ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
Arkeologlar Brian Fagan ve Nadia Durrani, yatağın 70 bin yıllık geçmişini ‘Yatakta Neler Yaptık – Yatay Bir Tarih’ adlı kitapta topladı. İlgi çekici bilgilerin yer aldığı kitapta, geleceğin yataklarına dair öngörüler de yer alıyor.
14’üncü Louis Fransa’yı yatak odasından idare etti, İkinci Dünya Savaşı sırasında Winston Churchill Britanya’yı yatağından yönetti. Shakespeare’in zamanında yatak, insanların bir arada keyifle vakit geçirebileceği bir yerdi. Yolcular, yolculukları sırasında hiç tanımadığı yabancılarla birlikte yattı, Sanayi Devrimi öncesi pek çok aile aynı yatağı paylaştı.
Bir zamanlar yataklar pahalı objelerdi ve çoğu zaman gösteriş amaçlıydı. Örneğin Tutankamon, altın bir yatakta birlikte sonsuzluğa göç etti, zengin Yunanlılar öbür dünyaya üzerinde yemek yemek için tasarlanan yataklarda gönderildi.
Yatak, doğum, ölüm, seks, hikaye anlatımı ve sosyalliğin yanısıra uyumak için de kullanılıyordu. Ama kimin kiminle, neden ve nasıl yattığı zamana ve yere bağlı olarak değişiyordu.
Yatak modern çağda özel ve gizli bir alana dönüşünce, zengin sosyal tarihi de büyük ölçüde unutuldu. İşte Fagan ve Durrani, son 70 yılı kapsayan bu çalışmada yatağın zaman içindeki sonsuz çeşitlilikteki rolünü irdeleyerek unutulmuş geçmişi üzerindeki örtüyü kaldırıyor.
Hayatımızın üçte birini içinde geçirdiğimiz yatağa dair ilginç, çarpıcı bilgiler içeren, Tellekt yayınlarından çıkan, Ceren Demirdöğdü’nün çevirdiği kitaptan bazı bölümler şöyle:
Satın alınabilecek en kıymetli mobilya
Terbiyeli bir toplumda yatak, insanların gözüne sokulacak yahut uluorta tartışılacak bir şey değildi. Gelgelelim bu, esasen çok yeni bir düşünme şekli. Tarihçi Carole Shammas’ın biraz da şakayla karışık, ‘Yatak Çağı’ diye adlandırdığı erken modern dönemde yatak, çoğu zaman herkes görsün diye evin en önemli odasında sergilenen, bir ailenin satın alabileceği en kıymetli, en pahalı mobilyaydı…
Bilinen en eski yatak
Bildiğimiz en eski yataklar Güney Afrika’da bir mağarada bulundu. Yaklaşık 70 bin yıl önce yaşamış modern insandan geriye kalan bu yataklar, mağaranın oyulmuş zeminine yerleştirilmişti. İlginçtir ‘bed’ (yatak) sözcüğünün Proto Germanik (Tüm Germen dillerinin atası olduğu düşünülen tarihöncesi varsayımsal dil) kökü ‘toprağın kazılmasıyla oluşturulmuş dinlenme yeri’ anlamına geliyordu. Gayet münasip bir anlam. Hem ilk yataklar esasen toprağın oyulması suretiyle oluşturulduğu için hem de yatak başka pek çok amaca hizmet etse bile temelde hep dinlenme yeri olarak kullanıldığı için.
Seçkinliğin göstergesi; yerden yüksek yatak
Bugün hala milyonlarca insan toprak, beton yahut tahta zemin üzerinde battaniyelere, kürklere sarınarak veya kat kat giyinerek uyuyor. Fakat yaklaşık 5 bin yıl önce uygarlığın yükselişiyle birlikte insanlar, özellikle de seçkin sınıfa mensup olanlar yataklarını yerden yükseğe yerleştirmeye başladılar… Yerden yüksek bir yatakta uyumak kişiyi diğer insanlardan ayırıyordu ve insanlar arasındaki statü farkına işaret eden ilk göstergelerden biriydi…
Yerden yüksek yataklar İstanbul’daki Osmanlı sarayına yabancıydı. Sultanın kendisi bile kilim ve yastıklarla donatılmış, alçak bir platformun üzerinde uyuyordu…
Tutankamon’un zamanına, yani yaklaşık olarak MÖ 14. yüzyılın ortalarına varıldığında bugün bildiğimiz haliyle yatağın temel tasarımı artık iyiden iyiye kabul görmüştü, tek fark, o dönemde kullanılan yatağın baş tarafının bugünküne kıyasla biraz daha yüksek olması ve ayakucunda, uyuyan kişinin kayıp düşmesini önleyecek bir ayak dayanağının bulunmasıydı.
Sevişmeler önceden planlanıyordu
Yatağı temelde uyumak için kullandık ama uyumak dışında daha pek çok şey de yaptık yatakta. Birçok kültürde yatak aynı zamanda sevişmek için kullanılıyordu. Fakat kimin kiminle, ne zaman ve nasıl seviştiği toplumdan topluma değişiklik gösteriyordu. Örneğin kraliyet ailesinin sevişmeleri çoğu zaman özenle planlanırdı. Firavunların ve Çin imparatorlarının cinsel hayatları katipler tarafından kayda geçirilirdi…
Yatakta geçirilen zaman, insanları birbirlerini sevmek ve birbirlerinden bir şeyler öğrenmek üzere bir araya getiren bir tutkal işlevi görüyordu.
Bizim bugünkü mahremiyet anlayışımız insanlık tarihinin çok büyük bir kısmında geçerli değildi. Çok sayıda insanın bir arada yatması demek, bu insanların güvende olmaları demekti. Yatağa ilişkin toplumsal kaideler esnekti ve sürekli değişiklik gösterebiliyordu…
Yataktan ülke yönetenler
Yatak odasının ayrı bir oda olması bir zamanlar kraliyet ve soyluluk sembolüydü fakat o zaman bile bu oda sıklıkla bir kamu dairesi olarak işlev görebiliyordu. Fransa Kralı XIV. Louis ülkeyi yatağından yönetmiş, devlet işlerini yatağında idare etmişti. Halktan insanların yatak odalarının etrafına duvar örmelerinin ve orayı tamamen özel alan ilan etmelerinin sadece iki yüzyıllık bir geçmişi var.
Kraliyet ailesi mensuplarının doğumunda İngiltere dahiliye nazırı hazır bulunurdu ki bu gelenek Prens Charles’ın doğduğu 1948 yılına kadar varlığını sürdürmeye devam etti. Kral II. James’in oğlunun 1688’de Saint James Sarayı’ndaki doğumuna ise 42 tanınmış şahsiyet tanıklık etmiş…
Yataktan adalet
12. Yüzyılda Avrupa’daki kraliyet saraylarının çoğu üç bölümden oluşuyordu; ibadethane, kabul salonu ve hükümdarın uyuduğu daire…. III. Henry döneminde Londra, Westminster’daki büyük kraliyet sarayında bulunan Resimli Salon hem kabul salonu hem yatak odası olarak kullanılıyordu… Herry’nin hem kendi yatak odaları hem de kraliçesinin yatak odaları için müsrifçe harcama yapması yüksek vergiler altına ezilen tebaası için bir rahatsızlık sebebiydi…
Fransa krallarının, saray erkanının yatağın etrafında toplama ve yatakta karar alma gelenekleri çok eskiye dayanıyor. Aziz Louis adıyla da bilinen Kral IX. Louis’in döneminden kalma bir karar defterinde kralın hüküm verdiği her yerde mutlaka bir kraliyet yatağı bulunması gerektiği belirtilmiş.
Temiz hava sağlığa zararlı!
12. yüzyılda yataklar genişlemeye başladı. Kimi yatakların eni dört metreyi buluyor, gittikçe daha sağlam mobilyalar haline gelen ve yerden yükseltilen yatakların alt kısımları artık depolama alanı olarak kullanılabiliyordu.
Ortaçağ Avrupa’sında temiz havanın sağlığa zararlı olduğuna inanılıyordu, bu dönemde yatak perdeleri sıcağı içeride, geceleri insanlara musallat olan cinleri, cadıları, hortlakları ise dışarıda tutmaya yarıyordu.
Büyük Yatak
Londra’nın kuzeyindeki Hertfordshire bölgesinde bulunan Ware adlı kasaba Ortaçağ’ın hacıları ve seyyahları için önemli bir uğrak noktasıydı ve burada iş yapan hancılar arasında kıran kırana bir rekabet vardı. Bir gün hancılardan birinin, muhtemelen White Hart’ın sahibinin aklına parlak bir fikir geldi. Hancı, maceraperest gezginleri cezbetmek için kocaman, dört direkli bir yatak sipariş etti. ‘Büyük yatak’ adını verdiği bu yatağın reklamını yapmak için ise yatakta tam 12 gezginin bir arada uyuyabileceğini duyurdu. Yatağın boyutları orada konaklayan Anhalt Köthen’in prensi Ludwig’i de hayrete düşürmüştü… Hollandalı mimar, ressam, mühendis ve bahçe tasarımcısı Hans Öredeman de Vries tarafından 1590 yılı dolaylarında tasarlanan Büyük Yatak, bugün kullandığımız çift kişilik yatakların yaklaşık iki katı büyüklüğündeydi…
Yatak öyle nam salmıştı ki Shakespeare ‘On İkinci Gece’ adlı oyununda bu yatağa gönderme yapmıştı… Yıllar içinde cazibesinden hiçbir şey kaybetmeyen Büyük Yatak, Ware’de bulunan hanlar arasında mekik dokudu ve nihayet 19. Yüzyılın sonunda tren yolcularının hafta sonunu geçirmeyi tercih ettikleri bir kasabayı, Hoddeston’u mesken tuttu. 1931 yılında az daha ABD’ye yolcu ediliyordu ki Londra’da bulunan Victoria and Albert Museum tam 4 bin Sterlin ödeyerek yatağı ele geçirmeyi başardı. Yatak hala müzenin en fazla ziyaretçi çeken parçalarından biri.
Yatak arkadaşları
Ortaçağ’ın hanlarında uyuyan kişinin uyku kalitesi onun zenginliğiyle doğru orantılıydı. Ucuz hanlarda, konuklara yatak niyetine basit tahta sıra sunuluyordu. Sıranın önünde yatay olarak asılmış bir halat bulunuyordu. Sıraya dip dibe oturan konuklar, göğüs hizalarına gelen bu halatın üzerinden kollarını sarkıtıp iki büklüm bir vaziyette uyumaya çalışıyorlardı. Cebi yeterince dolu olan biri sizi pekala yatağınızdan edebilirdi.
Geçmişte cinsellik içermeyen yatak paylaşımı seyyahlar için gündelik yaşamın bir parçasıydı. 20. yüzyılın başlarında bile durum farklı değildi.
Yatağı başkalarıyla paylaşma alışkanlığı çok eski tarihlere dayanıyor olmasına rağmen 19. yüzyıla gelindiğinde Avrupa ve ABD genelinde terk edilmeye başlamıştı.
Seyahat Yatakları
Mısır’ın genç kralı Tutankamon’un (MÖ 14 yüzyılın sonları) mezarında bulanan bir yatak, bilinen en eski seyahat yataklarından biri, üçe katlanan yatakların ise en eski örneği olarak kayda geçmiştir. Tutankamon’un Z şeklinde katlanan seyahat yatağı belli ki özel olarak onun için yapılmıştı…
Yalnızca zenginler kendi yataklarını seyahat esnasında götürebiliyorlardı çünkü bir tek zenginler maharetli ellerden çıkma, katlanabilir firavun yataklarına sahip olabiliyor yahut yataklarını hizmetkarlarına taşıtabiliyorlardı. Modern çağ öncesinde, kraliyet ailelerinin çok çeşitli yataklar kullandıklarını görüyoruz. Bunlar arasında askeri seferlerde kullanılan katlanabilir kamp yatakları da vardı. Diplomatik görüşmelerde kullanılan, görenleri etkilemek üzere tasarlanmış yataklar da. Diplomatik görüşmelerde kullanılan yataklar katlanabilirdi fakat yatak sahibinin zenginliğini gözler önüne sermek için bunlara da sabit yataklarda bulunan her türlü aksesuar ekleniyordu.
Haşmetli yataklar
Kraliçe I. Elizabeth’in yatağı adeta sarayın merkeziydi. Nadide kumaşlarla donatılmış, parlak renklere boyanmış bir sürü yatağı vardı. Kraliçe saray ziyareti turuna başladığında, yani saray saray gezmek, soylu aileleri ziyaret etmek için yola çıktığında en iyi yatağını da yanında götürürdü. Bu yatağın oymalı, ahşap çerçevesi özenle boyanmış, altın varaklarla süslenmişti. Karyola etekleri gümüş işlemeli kadifedendi. Kırmızı satenle kaplı yatak başlığını ise egzotik devekuşu tüyleri süslüyordu.
Kraliyet Protokolü
‘Güneş Kral’ olarak bilinen XIV. Louis, kralın hükmetme gücünü Tanrı’dan aldığı düşüncesine sık sık bağlıydı ve Tanrı’dan aldığı yetkiyle Fransa’yı Versailles Sarayı’ndan yönetilen, merkezi bir krallık haline getirdi. Fransa’yı yetkinlikle yönetirken de askeri seferleri planlarken de Louis hep yatağındaydı. Onun için bir sahneden farksız olan yatak aynı zamanda bir takıntıydı.
Envanter defterlerinde, XIV. Louis’e ait farklı biçimlerde tasarlanmış en az 25 yatağın kaydına rastlıyoruz. Sarayda kraliyet yataklarının saklandığı depoda da en az 400 yatak bulunuyordu ve bunların çoğuna üzerindeki süslemeleri yansıtan adlar verilmişti. Bunlardan birinin yani ‘Le Triomphe de Venus’ adı verilen yatağın işlemelerinin tamamlamak, goblen ustası Simon Delobel’in tam 12 yılını almıştı.
Tahtta kaldığı uzun yıllar boyunca Versailles Sarayı’ndaki yatak odasına saray erkanını toplamayı bir gelenek haline getiren kralın kalkış ve yatış seremonileri ülke yönetiminin ayrılmaz bir parçasıydı. Yatağında kararlar alıyor, hükümler veriyor ve kendisine yani yarı tanrı mertebesindeki hükümdara erişme ayrıcalığını bahşettiği şanslı kişileri yine yatağında ağırlıyordu…
Winston Churchill İkinci Dünya Savaşı boyunca İngiltere’yi yatağından yönetmiş, tuhaflıkları ve çalışma aşkı yüzünden yatak odasında zaman zaman dağınıklık, hatta tam bir keşmekeş hüküm sürmüştü. İngiliz ordusunun başı Mareşal Lord Alanbrooke, Churchill’in yatak odasında uzun saatler geçirmiş ve günlüğünde başbakanla çalışmanın zorluklarından yakınmıştı.
Mahremiyet arayışı
Google’ın ünlü ismi Vint Cerf, 2013’te mahremiyeti ‘modern sapkınlık’ diye nitelediği için acımasızca eleştirilere maruz kalmıştı. Fakat tarihe baktığımızda bu nitelemenin doğru bir niteleme olduğunu görüyoruz. Kökleri daha eski tarihlere uzansa da bugünkü anlamıyla mahremiyetin, yani kişisel gizlilik ve kamusal alandan uzak yaşama düşüncelerini içinde barındıran mahremiyet kavramının aslında topu topu 150 yıllık bir geçmişi var. İlginçtir, modern yatak odasının ilk kez ortaya çıkışı da günümüzden yalnızca iki yüzyıl öncesine denk düşüyor. Mahremiyet, Sanayi Devrimi’ne kadar hiçbir insan topluluğunda bir öncelik olarak kabul edilmemiş, para, itibar, güvenlik ve rahatlığa kıyasla yalnızlık hep en arka sırada yer almıştı…