İsrail ile savaşan ülkelerde çağdaş anlamda bilimden eser yoktur; ne bilgi üreten kurumsal yapılar, ne onların dayanağı olacak bir çağdaş eğitim düzeni ve ne de bu amaçla ayrılan parasal kaynak vardır.
Bu yoksunluğun ana nedeni bilgiye bakıştır. Şöyle ki bilimsel bilgi, gözlem, deney ve usa vurmalarla elde edilen ve çok daha önemli olarak gerektiğinde “yanlış” olduğu öne sürülebilen bilgidir. İsrail ile savaşanlar, böyle bir bilgi anlayışından, asırladır, yoksundur. Ek olarak İsrail ile savaşanlara göre teknoloji dışarıdan kopya edilerek alınabilir; o teknolojinin içinde doğduğu bilim anlayışının ve kültür ortamının oluşturulması gerekmez. Oysa, tarihsel gelişmeler, özellikle büyük teknolojik sıçramanın gerçekleştiği 1850’lerden bu yana, teknolojik gelişmenin yalnız ve ancak bir “özgürce yaratıcılığı” esas alan bir bilim kültür ortamında gerçekleşebileceğini kanıtlıyor; örneğin o yıllarda koyu Katolik L. Pasteur öğrencilerine “laboratuvara girmeden İncil’i kapıda bırakın” diyor. Özetle, İsrail ile savaşan toplulukların, bilimin yol göstericiliğinden ve buradan kaynaklanan birikimli gelişmelerden hiç haberleri yok. İsrail çocuğu bilim ve sanatla yeteneklerini geliştirirken ona karşı olacaklar, aklıyla ve bedeniyle sarılıp sarmalanıyor; önce kız çocuklarına okuma olanağı, sonra da kadına yaşam hakkı tanınmıyor; gençleri “okçuluk” eğitimi alıyor.
Sonuç olarak, ortada “aklını kullanarak bilimsel gelişmelerini gerçekleştirmiş olanlar ile bilimle ilgisi olmayanların” savaşımı var. Bu savaşı bugüne dek olduğu gibi, bugün de kimin kazanacağı çok açıktır. Kuşkusuz Filistin halkı haklı, ancak, haklılık, kazandırmıyor.