BESTE DEMİR KEKİ
Son dönemde özellikle ABD’de kürtaj ve üreme haklarına müdahale önemli gündem maddelerinden biri.
Bu kadar konuşuluyorken ABD’de üreme haklarının gelişimine biraz değinmek, gündemdeki konuları daha iyi anlamak açısından faydalı olabilir.
‘Tatlı Su Feminizmi’ podcastimin ‘ABD’de Üreme Hakları ve Roe v. Wade Kararı’ bölümünde daha ayrıntılı anlattığım tarihsel gelişimi özetlemek isterim.
Hukuki olarak üreme hakları, hamilelik engelleyici yöntemler ve gebeliği sonlandırıcı yöntemler olmak üzere ikiye ayrılır. Kadınların siyasal haklarını elde ettiği 1920’de üreme hakları ABD’de hala tabuydu. O dönemin feministleri bile doğum kontrolünü desteklemiyordu; hamile kalmayı engelleyici yöntemler yaygınlaşırsa erkeklerin evlilik dışı ilişkilere yöneleceğini ve kadınların cinsel bakımdan çok aktifleşeceğini, toplumun yozlaşacağını düşünüyorlardı. Ancak, bir yandan da ABD’de kadınlar ortalama 10-12 çocuk doğuruyordu, üst üste doğumlar bedenlerini yıprattığı için doğum sırasında ve sonrasında çok sayıda kadın hayatını kaybediyordu. Üstüne üstlük kürtaj da yasal olmadığı için merdiven altı kürtaj çok yaygınlaşmıştı ve kadın sağlığını ayrıca tehdit ediyordu.
Annesi 18 gebelikten sonra 49 yaşında ölen Margaret Sanger isimli bir ebe, kendi trajik hikayesinden yola çıkarak hamile kalmayı engelleyici yöntemlerin yasallaşmasında bayrağı taşıdı. Sanger’ın mücadelesi sonuç verdi. 1918’de New York’ta bir mahkeme, doktorların gebelikten korunmayı önermesine izin verdi. 1921’de Sanger o zamanki ismiyle Amerikan Doğum Kontrol Derneği’ni kurdu. Adı daha sonra ABD Planlı Ebeveynlik Derneği olarak değişti.
Gebeliği önleyici yöntemler sadece evli çiftlere reçete edilebiliyordu. Bu durum 50 seneden fazla değişmedi. 1960’ların sonuna doğru ABD’de kürtaj herkes için yasaktı, suç sayılıyordu; doğum kontrol hapı ise sadece evli kadınların kullanımına açıktı. Halbuki kadınlar o dönemde cinsel özgürlüklerini daha aktif şekilde yaşamaya başlamıştı. Özellikle bekar kadınlar için doğum kontrol yöntemlerine erişimin bulunmaması ve kürtajın yasal olmaması, küçük yaştan itibaren ‘kendi başlarına kendilerinin baktığı’ felaket senaryolarına dönüşüyordu. Bunların başında da merdivenaltı kürtajın yaygınlaşması geliyordu.
O dönemki merdivanaltı kürtaj organizasyonlarının en bilinenlerinden biri, 1960’ların sonunda Şikago Üniversitesi’nde okuyan 100 kadar gönüllü öğrencinin kurduğu Jane Kollektifi’ydi. Kollektife adını veren ‘Jane’, kollektifteki gönüllülerin takma ismiydi; yani Jane hiçbiriydi ama aynı zamanda hepsiydi. Jane’ler broşürlerini, isimlerini her yere dağıttılar; tren istasyonlarına, kamuya açık alanlara astılar: “Hamile misin? Olmamaya mı ihtiyacın var? Jane’i ara!”
Önceleri, Jane Kolektifi’ni arayanlar, merdivenaltı kürtaj yapan doktorlara yönlendiriliyordu. Fakat en çok yönlendirme yaptıkları doktorun aslında doktor olmadığını öğrendiklerinde, ‘sözde doktor’a şantaj yaparak kendilerine de kürtaj yapmayı öğretmesini istediler. Dört senede yaklaşık 15 bin kadına kürtaj yaptılar, senelerce polis tarafından arandılar. En sonunda gammazlandılar ve hapse atıldılar. Fakat tutuklulukları uzun sürmedi, zira ABD’de üreme hakları konusunu değiştiren iki karar peş peşe alındı.
Bu kararlardan ilki, doğum kontrol yöntemlerinin bekarlar için de yasallaşmasına yönelik Baird kararıydı. 1967’de Amerika’nın en ünlü üreme hakları aktivistlerinden Bill Baird, tutuklanacağını bilerek ve hatta konuyu Yüksek Mahkeme’ye götürmesine vesile olacağı için tutuklanmayı göze alarak Boston Üniversitesi’nde üreme haklarıyla ilgili konferansta bir öğrenciye doğum kontrol hapı verdi. Kısa süre sonra tutuklandı. Baird kararı temyiz etti ve onun sayesinde, 1972’de Yüksek Mahkeme, doğum kontrol hapının ve diğer tüm önleyici yöntemlerin sadece evlilere verilimesini anayasal eşitliğe aykırı buldu; hem bekar hem evliler için yasallaştırdı.
Biyolojik kontrolünü kadının bizzat kendisine geri veren bir diğer karar ise 1973’te ‘kürtajı yasal hale getiren’ Roe v. Wade kararı oldu. Roe v. Wade kararında, Yüksek Mahkeme, kürtaja ilişkin kararların ‘fetüsün canlı olmadığı ilk 12 haftada‘ bireylerin ‘özel hayat‘ına ilişkin olduğuna ve bundan dolayı anayasal korumada olduğuna hükmetti. Anayasal haklar, ABD’de eyalet yasalarıyla değiştirilemediği için eyaletlerin doğrudan kürtajı yasaklayan yasalar yapmasının önüne geçilmiş oldu.
1960’ların sonunda başlayıp 1970’lerde devam eden özgürlük rüzgarları ABD’de kısa sürdü. Toplumsal cinsiyet eşitliği tarihinde her dönemde olduğu gibi liberalleşme dönemlerini muhafazakârlaşma dönemi izledi. 1980’lerin başında ABD’de Ronald Reagan’ın da başkan olmasıyla birlikte cinsiyet eşitliğinde bir darboğaza girildi. Bu dönemde Pensilvanya eyaleti Kürtaj Kontrol Yasası çıkardı. Planlı Ebeveynlik Derneği, bu yasayı Yüksek Mahkeme’ye taşıdı. 1992’de Planned Parenthood v. Casey kararıyla kürtaj düzenleme yetkisi ‘aşırı yük getirmeme şartıyla’ kısmen de olsa eyaletlere geri verildi. Yüksek Mahkeme, Pensilvanya Kürtaj Yasası’nda ‘kürtajın gerçekleşmesi için babanın izni’ni talep eden maddeyi, ‘aşırı yük getirdiği’ gerekçesiyle iptal etti, ancak 18 yaşının altındakiler için ebeveyn iznini makul gördü. Bu açıdan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve 2021’e kadar ABD’deki uygulamanın benzerlik gösterdiğini söyleyebiliriz. ABD’de, kürtajın ‘anayasal hak’ olduğunun altını çizen Roe v. Wade kararı da ‘eyaletlerin kürtajı aşırı yük getirerek düzenleyemeyeceğine’ hükmeden Planned Parenthood Pennslyvania v. Casey kararı da 2022’de Yüksek Mahkeme’nin aldığı Dobbs kararıyla bir nevi ‘tersine çevrildi’.
Yüksek Mahkeme, Dobbs v. Jackson Women’s Health Organization kararında, ‘kürtajın anayasal bir konu olmadığını, yoksa anayasada doğrudan düzenlenmiş olacağını’ beyan ederek kürtajı düzenleme yetkisinin eyaletlerin yetki alanında kaldığını söyledi. Kürtajı dilediği gibi düzenleme hakkını eyaletlere tamamen geri veren bu kararın peşi sıra, ABD’deki eyaletlerin yarısı kendi düzenlemelerini yaparak kürtajı ya tamamen yasakladı ya da hizmet sunumunu zorlaştırdı.
Her ne kadar, Dobbs v. Jackson Women’s Health Organization kararının Demokrat Partili Joe Biden zamanında alınması kafaları karıştırsa da bu kararın arkasında Donalp Trump yönetiminin olduğunun altını çizmek gerekir. Zira dokuz yargıçtan oluşan ABD Yüksek Mahkemesi’nin üç yargıcı, Trump zamanında atandı. Mevcut haliyle, ABD Yüksek Mahkemesi’ndeki dokuz yargıçtan altısı aşırı muhafazakar görüşlere sahip. Bu bakımdan, son 90 senenin en muhafazakar yüksek mahkemesi.
ABD’de başlayan ‘muhafazakarlaşma’ rüzgarı birçok ülkede kürtaj tartışmasını yeniden başlattı. Fransa’da, ABD’deki Dobbs kararıyla kürtaj hakkının doğrudan ‘anayasal koruma’ya alınması için başlayan tartışma pazartesi günü kürtajın anayasal hak olarak tanınmasıyla güvenceye alındı.
Bakalım, Fransa’da kürtajın anayasal hak haline gelmesi, diğer ülkelerde nasıl değişimlere sahne olacak?