SEMİH BATUR*
drsemihbatur@gmail.com
AK Parti iktidarıyla birlikte muhafazakarlığın, Cumhuriyet’ten bu yana belki de hiç olmadığı kadar Türk siyaset sahnesinde, özellikle siyasi üslup bakımından yer bulduğu söylenebilir. Son dönemlerde gelişen olaylar çerçevesinde somutlaşan bu süreçte muhafazakar toplum katmanı önemli kırılmalar yaşadı. Söz konusu kırılmaları, yapılan siyasi tahlilleri muhafazakar ‘kültür arkeolojisi’ perspektifi ile değerlendirerek anlamlandırabiliriz. Esasında son süreçte yaşananlar, Türk siyasetini bu bağlamda bir tür laboratuvara dönüştürmüştür.
Tarihsel bağlamda statik bir yapıya sahip olan doğu toplumlarında din ile gelenek iç içe geçmiş ve bütünleşmiştir. Hatta çoğu zaman yaşam pratiğinde bu iki dinamik birbirleri ile uyum sağladıkları ölçüde meşruiyet kazanmışlardır. Osmanlı’da devlet sisteminin ve kazandığı meşruiyetin dini paradigmadan ziyade dinsel bir alana ve paradigmaya dayandığı söylenebilir. Dolayısıyla din, diğer doğu toplumlarında olduğu gibi, Osmanlı’da da çoğunlukla siyasal bir araç ve meta olarak kullanıldı; ancak bu durum diğer doğu toplumlarına nazaran dini alanı daraltmadı, aksine devlet mekanizmasını merkeze alan bir toplumsallığa gitti.
Fakat dinin bu kimliği, şimdiki koşullardaki demokrasi ve siyaset pratiği o dönemlerde söz konusu olmadığı için görünürlülük kazanmamıştı ve arka planda kalıyordu. İşte Cumhuriyet ile birlikte gelişen siyaset kültürü, söz konusu kimliği ortaya çıkarmış oldu. Osmanlı ile birlikte iktidarda olan Sünni/Hanefi İslam anlayışı Cumhuriyet ile birlikte ikinci planda kaldı ve bu durum kimlik kazanma yolunda onu diri tutan dinamiğe dönüşmüş oldu.
Ontolojik meşruiyet meselesi
Osmanlı’dan gelen ve süreç içerisinde gelenekselleşen Sünni/Hanefi İslam anlayışının devletle ilişkisi statik kaldı. Söz konusu gelenekselliğin getirdiği itkiyle, Cumhuriyetle birlikte de devlet ile organik bağını vurgulayarak özneleşmesini sağlayıp muhafazakar kimliğini oluşturdu. Bu durum zaman zaman diğer toplum katmanlarına egoist ve konjonktürel-pragmatist tavırlar takınmasına yol açtı; çünkü kendini devlet üzerinden tanımlayan muhafazakar toplum katmanı ontolojik meşruiyetini bu şekilde sağlamış oluyordu. Dolayısıyla, geçmişte olduğu gibi bugünkü Türk siyasetinde de çeşitli toplum dinamiklerinin, siyaset sahnesinde güçlü bir rol alınca devletle ve dolayısıyla iktidarla bütünleşmeyi gütmelerinin temelinde bu realitenin yattığı söylenebilir.
Ancak Osmanlı’da devlet ile bütünleşen muhafazakar katman Cumhuriyet ile birlikte bu imtiyazını kısmen kaybetti ve dolayısıyla siyaset yapmaya başladı. Böylelikle dinsel anlayış esasında bir tür elastikiyet de kazandı; fakat takınılan pragmatist tavra göre geleneksel otoriter bilinciyle demokratik ve liberal kültürden uzak refleksler de gösterdi. Böylece din anlayışı, romantik geçmişine nazaran daha çok rasyonel ve nesnel bir kimlik kazanmış oldu.
Türk siyasetinin tuhaf kısır döngüsü
Cumhuriyet Türkiye’sinde Sünni/Hanefi İslam anlayışı modernizmi özellikle 80’lerden sonra algılamaya başladı; ancak bu durum onu dini alandan koparıp dinsel bir alana savurdu. Böylece din kendi rasyonelini bularak ilahi niteliğini ikinci plana atmış oldu. Fakat din (ilahi alan) eşittir devlet ile dinsellik (ideolojik alan) eşittir devlet diyen toplum katmanlarını bütünleştiren ve ortak bir geleceği öngören zihinsel kırılmanın gerçekleşmesi gerekiyordu. Ancak bu doğrultuda kollektif bir bilinç oluşturulamadı. Dolayısıyla kendi kimliğini devlete göre mevzilenmeyle oluşturan ve diğer toplumsal grupları da kendi kimliği üzerinden tanımlayan dinsel anlayışın bu döngüyü aşamaması, demokrasiye geçişte yaşanan patolojik sorunları kronikleştirdi ve muhafazakar kültür kodunu ortaya çıkardı.
Söz konusu durumun ortaya çıkmasında Cumhuriyet de önemli bir rol oynadı. Dine mesafeli durarak muhafazakar kültür kodunu siyasallaştırdı ve dini bu kültür kodunun tekeli haline getirdi. Osmanlı’da türevi devlet olan din-devlet anlayışı Cumhuriyet ile birlikte türevi din olan bir devlet-din anlayışına dönüştü. Böylece muhafazakar toplum katmanı kendine özgü siyasal evrimini geçirdi ve siyasal muhalif kimliğini kazandı. Ancak Kemalist toplum katmanı bu muhalefetten dolayı siyasal pratiğinde özgürlük, insan hakları ve demokrasi gibi evrensel değerler dizisi yerine otoriter ve geleneğin bilincine saplanmış karakteristik özellikler kazandı. Şimdilerde Türk siyasetinde iktidar el değiştirdikçe muhafazakarlar Kemalistlerden beslenip evrensel değerlerden kopuk karakteristik özelliklerini siyasal yaşam pratiğine dökmektedirler. Bu durumun, Türk siyasetinin tarihi ve tuhaf bir kısır döngüsü olduğu söylenebilir.
Entelektüel ve soft bir İslam kültürü
Peki söz konusu siyasal labirent nasıl çözülecektir? Bu noktada İslami aydınlara önemli bir rol düşmektedir. Onlar evrensel bilgi akışı (episteme) ile olan kanallarını açık tutmalıdırlar ve bilgi yapısındaki değişmileri de takip etmelidirler. Birincisi muhafazakar kültür katmanı için kültürel bir alan açacak; ikincisi ise bu kültüre dinamizm sağlayacaktır.
Bu durumda şöyle bir soru da sorabiliriz: Din böylelikle kültürel bir alan mı kazanacak ya da geleneksel Osmanlı bilinciyle radikal kimliğine mi dönecek, yoksa Kemalist kültür ile tabi tutulduğu siyasal muhalif kimliği ile mi kalacak? Bu sorular son süreçte yaşanan kırılmalar göz önüne alındığında önemli bir anlam kazanmakta ve aynı zamanda muhafazakar kültürün çözülmesi veya kristalleşmesi sürecinde önemli bir yol ayrımı teşkil etmektedir.
İşte tam bu noktada modernleşme ve evrensel değerler muhafazakar toplum katmanı için bir şanstır; çünkü ancak bu şekilde geleneksellikten ve statik siyasal kimliğinden sıyrılabilecektir. Hatta bu yolla liberal ve sol toplumsal katmanları da söz konusu kültürel kısır döngüden kurtarma durumu ortaya çıkabilir. Böylelikle entelektüel ve soft bir İslam kültürü oluşabilecektir.
Farklı bir vesayet anlayışı mı?
Söz konusu sonuç aynı zamanda başka bir açıdan da önem taşımaktadır. Cumhuriyet’ten bu yana evrensel değerler dizisi bağlamında henüz entelektüel ve soft bir sol kültürü oluşmadı. Cumhuriyet bir şans idi; ancak başarılamadı. Evrensel değerlerle barışık eylemsel alandan daha çok düşünsel alanda devinim yeteneği sergileyebilen bir muhafazakar porte ile birlikte bu doğrultuda bir sol kültürü de yetişebilecektir. Tarihsel süreçte, Türkiye’deki toplum katmanlarının iktidar mücadelelerinde birbirleriyle olan organik benzeşimleri dikkate alındığında bu şekildeki bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Zaten demokrasi, bireyin üstünlüğü, insan hakları ve özgürlük gibi evrensel değerler dizisine giden yolda toplam kütlede başarı ancak geleneksel radikal sol ve geleneksel radikal İslamın birlikte çözülmesi ile mümkündür. Dolayısıyla muhafazakar toplum katmanının siyasal kültüründe farklı epistemolojik pratiğe sarılıp kırılmalar yaşaması doğaldır; ancak maalesef farklı bir vesayet anlayışıyla sonuçlanabilir.
O halde öncelikle ontolojik meşruiyetlerini dayandırdıkları geleneksel radikal hafızalarını evrensel değerlerle tazelemeliler. Zira bu durum, Cumhuriyet ile yeşeren Türk demokrasi kültürünün gelişmesi adına omuzlarında bir yüktür ve aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur.
Evrensel değerlerden uzaklaşma
Ancak Türkiye’de muhafazakar düşüncenin bu şekilde bir gelişim gösterdiği şimdilerde söylenemez. Türkiye’de özellikle 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren 2010 yılına kadar radikal siyasal kimliğinden kopan ve evrensel değerlerle iletişime ve bu paralelde değişime açık entelektüel ve soft bir muhafazakar kültür gelişmekteydi. Bu muhafazakar toplumun temellerinde olmasa da gelişiminde, evrensel değerlerle ve özellikle de sol kültürle temas kurmasının bir sonucuydu.
Bu dönüşümün yakın zamanlarda dinin radikal ve sığ anlayışlarını ötelediği düşünüldüğünde İslam’ın yeni bir kültürel alan kazandığı söylenebilmekteydi. Nitekim AK Parti bu gelişimden dinamizmini ve önceleri toplumsal meşruiyetini aldı. Ancak maalesef son zamanlarda muhafazakar toplum katmanının önemli oranda çoğulcu demokrasi, hukuk devleti gibi evrensel değerlerden oldukça uzaklaşmış olduğu ve geleneksel bilincin bataklığına saplanmış bulunduğu söylenebilir.
Böylesi bir sonuç Türkiye’de salt muhafazakar toplum katmanının değil, toplam kütlede bütün toplumsal kesimlerin demokrasi, hukuk devleti gibi evrensel değerlerle buluşmasını engellemektedir. Zira muhafazakar toplum katmanının, fiilen de olsa Türk siyasal hayatının karakteristik esasını oluşturan denkleminin en önemli değişkeni konumunda olduğu söylenebilir.
* Anayasa hukukçusu