BATUHAN AYDAGÜL*
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz önceki gün (19 Eylül 2017 Salı) TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş) sınavlarının 2017-2018 öğretim yılında yapılmayacağını duyurdu. Böylece yeni öğretim yılına, çok önemli ve MEB dahil tüm ülkeye sürpriz olarak gelişen bir eğitim politikası değişikliğiyle başladık.
Bu değişiklik herkesten önce bu yıl sekizinci sınıfa başlayan çocukları ve ailelerini ilgilendiriyor. Belki yazın başından, büyük olasılıkla daha öncesinden beri hazırlandıkları TEOG sınavlarının yapılmayacağı haberini alan çocuklar ve aileleri ciddi bir belirsizlik karşısında. Kaygılarının yüksek olduğunu tahmin edebiliriz ve zaten TEOG’a hazırlanan çocukların gerginliği kulaktan kulağa dolaşmaya, sosyal medyada dile getirilmeye başladı. Burada, TEOG’un kalktığını duyunca çok mutlu olan çocuklar olduğunun da altını çizelim.
TEOG alternatif bir sistem hazırlanmadan kaldırıldığı için henüz geleceğe yönelik kuvvetli bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Bu yazı, konuşulan bazı senaryolar temelinde kamuoyuna olasılıklarla ilgili bilgi vermeyi amaçlıyor. Olasılıklar üzerinde görüş paylaşırken sürece dair de bazı genel saptamalar var. Öte yandan, ‘olması gereken süreç, olabilecek modeller ve eğitimin öncelikli temel ihtiyaçları’ gibi teknik değerlendirmeler bu yazıda yer bulmayacak.
Eğitim Reformu Girişimi’nin 2013 yılında MEB ve kamuoyuyla paylaştığı bilgi notlarında ifade ettiği gibi, TEOG’un uygulamaya alınması eğitim ekosisteminde nitelik ve eşitlik açısından riskler barındırıyordu. Eğitimde farklı kurumlar tarafından da dile getirilen bu risklerin gerçekleştiğine beraber tanıklık ettik. Dolayısıyla TEOG’un yerine yeni bir geçis sisteminin getirilmesi önemli ve acil bir ihtiyaçtı.
Cumhurbaşkanının 15 Eylül 2017 Cuma gecesi TEOG’un kaldırılmasıyla ilgili paylaştığın görüşlerinin arkasından gelen gelişmelerin, veri temelli, katılımcı, bütüncül ve sistematik olması gereken eğitim politikası sürecine zıt bir gidişatı var. Değişikliğin zamanlamasının özellikle sekizinci sınıflar için çok kötü olduğu açık.
TEOG yerine nasıl bir sistem gelecek diye baktığımızda üç başlık altında farklı okullar için değerlendirme yapabiliriz:
Özel okullar
MEB, özel okullara kendi çözümlerini geliştirmeleri için alan açabilir ve uygulama sürecinde denetim ve koordinasyon gibi temel sorumlulukları yükleyebilir. Seçici bir süreçle öğrenci almayı tercih edecek okullar, sınavlar ve okul notları dahil farklı ölçütlerin de olabileceği metodolojiler geliştirebilir.
Farklı okul grupları (Lozan Antlaşması sonrası milli eğitim sistemine giren yabancı liseler Robert, Alman, vd., Özel Okullar Birliği Derneği ya da TÖDER üyesi okullar vb.) sınavlar konusunda beraber hareket etme seçeneğini değerlendirecektir.
Yurt çapında geniş bir okul ağı ve öğrenci kontenjanı yüksek özel öğretim kurumları tek başına hareket edebilecek büyüklüğe sahip oldukları için farklı bir yol izleyebilir.
Sonuçta, seçici özel okullara girmek için birden fazla kurum tarafından gerçekleştirilecek farklı sınavlar olabilir. Bu kurumların lojistik olarak koordinasyonu öğrenciler açısından önemli olacaktır.
Öte yandan, MEB’in TEOG sonrasında sınırlı ölçekte bile özel okullara ortak sınav yapma izni vermemesi yukarıda çizdiğim tabloyu değiştirecek bir hamle olur. Bu durumda, seçici okullar öğrenci seçimi konusunda tekil karar alma ve uygulama durumunda kalırlar. Böyle bir senaryo eğitim camiası için ciddi bir lojistik kaos ve çocuklar için farklı dezavantajların oluşma riski demek.
Akademik olarak seçici devlet liseleri
Ülkeler, alanlarında dünya çapında başarı iddiası olan veya ülkenin geleceğine önemli katkılar yapma potansiyeli sahibi bireyler yetiştirmek için bazı okullarında akademik olarak seçici ve içerik olarak farklı nitelikte eğitim verebilir. Türkiye’de, özellikle fen, anadolu ve daha sonra sosyal bilimler liseleri bu amaca yönelik olarak kurulmuş ya da bazı tarihsel özellikli liseler bu amaca hizmet etmiştir. Bu okullar tarihsel olarak öğrencilerini seçmiş, bundan dolayı başlangıçta önemli bir avantaj elde etmiş ve üstüne çocuklar için katma değer yaratmıştır.
Farklı ülke örneklerinde genellikle toplam öğrenci nüfusunun yüzde iki ila beşine hizmet eden bu okul türlerinin sayıları ve kontenjanları Türkiye’de siyasi baskılar nedeniyle hızla artmış, beraberinde eğitimin niteliğinde gerileme olmuş ve son olarak tüm devlet liselerinin anadolu lisesi yapılmasıyla işin içinden çıkılması zor bir hal almıştır.
MEB’in, TEOG sonrasında hangi okulların akademik olarak seçici olacağına karar vermesi önemli. MEB’in, bu listeye girebilen liselerin yalnızca özel bir öğrenci nüfusuna erişimi olmasının ötesinde daha özgün ve ileri bir eğitim vermesine alan açması, buna destek olması çok kritik. Yakın zamanda gördüğümüz ‘proje okulları’ uygulamasının bu niyetle yapılan ancak çok merkezi olması açısından olumsuz sonuçlarıyla kamuoyuna yansıyan bir politika olduğunu biliyoruz.
Bu senaryoda, MEB’in seçici liselerin öğrenci seçme sistemiyle ilgili olarak nasıl bir yol belirleyeceği, merkezi bir sınavın olup olmayacağı ve bu sınavlara hangi koşullarda girileceği de kritik. Uygulama, seçici liselere, ortaokullarında belli bir eşiğin üstündeki öğrencilerin başvurabilmesi yönünde. Bu eşik, örnek olarak, okulda ilk üçe ya da ilk yüzde onluk dilime girmek olarak belirlenebilir. Burada amaç, seçici liselere başvuruyu ön elemelerle sınırlamak ve belki daha kapsamlı bir değerlendirme için okullara alan açmaktır.
Türkiye’de de seçici liselerin merkezi bir sınava ek ya da alternatif olarak farklı seçim ölçütleri (örneğin sanatsal ve sportif etkinliklere katılım) kullanıp kullanmayacağı, bu gibi kararların verilmesinde okullara alan açılıp açılmayacağı da MEB’den cevabı beklenen sorular arasında.
Diğer liseler
Anadolu liselerinin büyük çoğunluğu, mesleki ve teknik liseler, imam-hatip liseleri ve çok programlı liselere giriş artık merkezi bir sınavla gerçekleşmeyecek. Kararın üslubunu ve zamanlamasını bir kenara koyarsak bu çok iyi bir gelişme, çünkü tüm çocukların TEOG ile okullara ayrıştırılması pedagojik olarak ve eşitlik açısından kötü bir uygulamaydı.
Peki yerine ne gelecek?
MEB büyük olasılıkla adrese dayalı bir okul seçim sistemi geliştirecek. Bakanın açıklamalarına göre öğrenciler tercih ettikleri okul türünde kendilerine en yakın liseye gidecek. Bir nevi şu an ortaokulda uygulanan sistem gibi ancak daha fazla okul türü arasından seçim yapılacak.
MEB’in, öğrencileri liselere yerleştirirken hangi ölçütleri dikkate alacağı, sürecin nasıl çalışacağı, liselerin gerek tür gerek coğrafi olarak dağılımının herkesin kendine yakın ve tercih ettiği türde bir okula girmesine izin vermemesi durumunda nasıl bir yol izleneceği gibi sorular ilk bakışta ön plana çıkıyor.
Önümüzdeki yıllarda önem kazanacağı görünen, öğrencilerin ortaokuldan nasıl yönlendirileceği konusu ise başlı başına derinleşilmesi gereken diğer bir konu. Danışmanlık ve rehberlik yaklaşımının belirleyici olması ve okulların sekizinci sınıfları çocuğun gereksinim ve ilgi alanları doğrultusunda desteklemeleri kritik.
Belirsizlik yönetimi
Bakanın açıklamalarından yeni yerleştirme sisteminin en yakın zamanda hazırlanacağını ve bakanlar kuruluna sunulacağını öğrendik. Bir yanda sekizinci sınıftaki çocuklar ve ailelerin, diğer yanda gelecek yıl hazırlık ya da dokuzuncu sınıfa öğrenci alacak okulların bir anda içinde buldukları belirsizlik ortamının bir süre devam edeceği anlaşılıyor.
Öncelikle, bu belirsizlik ortamında çocukları korumak çok önemli ve bu konuda uzmanların ve okullardaki rehber öğretmenlerin devreye girmesi gerekiyor. TEOG sınavlarının ailelerin üzerindeki etkisi kamuoyunun yakından tanıdığı bir olgu. Bu açıdan bakınca, 2017-2018 öğretim yılında sekizinci sınıflar için psikolojik travmaların oluşmasını engellemek şart.
Kamuoyunun önümüzdeki süreçte yapması gereken sabretmek. Cumhurbaşkanını ve MEB’i, TEOG’un gelecek yıldan itibaren kaldırılması yönünde ikna etmeye çalışacak bireyler çıkabilir ancak içinde bulunduğumuz siyasi iklimde bunun sonuç getirmesine kimse şans vermiyor. O halde, şimdi TEOG’un yerine ne geleceğini bekleme dönemindeyiz.
Fark ettiyseniz sizinle cevaptan çok soru paylaştım ve bazı tahminlerde bulundum. Bu sorular MEB’in önünde aslında oldukça karmaşıklık ve zorluk olduğunu gösteriyor. Cevabı ve çözümü bulmak aslında sabırla ve akılla mümkün. MEB’in bizden beklediği sabrı kendisinin göstermediğini biliyoruz.
Umuyorum ki MEB sadece kurum içindeki değil, ülkede ve dünyadaki ortak akıldan beslenen, pedagojik zemini güçlü, eşitlik ve sosyal adalet hassasiyeti yüksek ve hemen arkasından ortaöğretimde kapsamlı bir dönüşümle desteklenmesi planlanan bir çözüm önerisi hazırlar.
*Eğitim Reformu Girişimi Direktörü