Bizim hem ‘okuma’ sorunumuz vardır, hem okuduğumuzu ‘anlama’ sorunumuz… Çok şükür eskisi kadar değil, çok kitap yayınlanıyor. Diplomalılarımızın sayısı hayli arttı. Eğitimde kız-erkek öğrenci sayısı eşitlendi…
Bunu sağlayan temel faktör, şehirleşmenin yarattığı dinamiklerdir.
Mesele zihinlerimizde merak bulunmaması… Merak yani tecessüs, yani zihinlerde soru işaretlerinin, araştırma ihtiyacının olmaması…
Medresenin bize bıraktığı bu tahlilsiz ezberleme mirasının yerini siyasi sloganlar ve partizanlıklar aldı. Parti içi demokrasinin gelişmemesi de bu yüzden.
On yıl süreyle “faiz sebeptir” diyerek ekonomi adım adım enflasyon batağına sürüklenirken, sadece muhalefet ve partisiz iktisatçılar eleştirdi. AK Parti içinden ses çıkmadı.
Atatürk, “dil devrimi” yıllarında “tükel özgü… baysal utku… süerdem” gibi icat edilmiş kelimelerle doldurduğu konuşmalarını, 1936’dan itibaren bıraktı. Yaşayan bütün nesillerin anlayacağı, yerleşmiş kelime ve kavramlarla konuşmaya yöneldi.
Hep merak ederim, o yıllarda biri çıkıp Atatürk’ün önüne ‘arı Türkçe’ şu cümleyi koysaydı, bu korkunç belagat kaybı, korkunç mânâ kaybı karşısında ne derdi acaba?:
“Gereksindiğin güç, soylu damarlarında vardır!”
Böylece uydurukça metinler gibi zihinler de derinliksiz, ufuksuz kalıyor.
Derinlikli düşünebilmek, kavrayışlı bir zihin geliştirmek le dilin zengin, derinlikli ve kavrayışlı olması birbirine bağlıdır.
O zaman daha hür ve derinlikli düşünürüz. O zaman okuduğumuz edebi, ilmi, felsefi, tarihi metinleri iyi anlarız.