Sonuçta 88 yıllık bir hayatın, üstelik de 18 yaşında gazeteciliğe başlamış, tüm gelişmesinin izlerini gazetelerin sayfalarına bırakmış birisinin hayatının düz ve hep tutarlı bir çizgi içinde gitmesini beklemek ne kadar gerçekçiydi ki? İnsanı hata ve sevaplarıyla kabullenmek bu kadar zor olmamalıydı. Ömrünü, sık sık yinelediği gibi ‘yazıya layık olmaya’ adamış bir adamın bu çabasını göz ardı etmek, bana göre yalnızca yanlış değil hainceydi.
Çetin Bey’in bu yeni, ‘bıyıksız’, olgunluk döneminin yazıları aslında toplumsal eskizlerdi. Yaşama nasıl bakılacağını, daha doğrusu bakılması gerektiğini size göstermeye çalışan kılavuz gibiydiler. O yazılar, Türkiye’de yeni yeni şekillenmeye başlayan bir burjuva kültürünün ne tür incelikler edinmesi gerektiğini gösteren yol işaretleri gibiydi aynı zamanda. Siyasi tahlilleri gündeliği aşmaya başlamış, sosyolojik analiz eskizleri haline gelmişti. Bunun ötesinde o dönemin Çetin Altan’ını, eğer siyasi takıntılarınız yoksa, sırf dili kullanışındaki kıvraklığın tadına varmak, yani okuma hazzı için okurdunuz.
…Son yazısı “Hayal ettiğim ülke bu değildi” başlığıyla çıkmıştı. Şöyle yazmıştı: “Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir-iki adıma yardımcı olmak için de harcanır… Biz torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakamıyoruz… ama siz.. hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin.”
Kısacası yani şunu demişti: “Enseyi karartmayın.” Karartmayız Çetin Bey.