H. AYHAN TİNİN / Sanat da var / Dizi
‘Sıcak Kafa’ son günlerin popüler dizisi…
Bilim-kurgu diyen de var!
Sanki çok değil bir yıl öncesine kadar yaşadıklarımızın bir göstergesi değilmiş gibi…
Afşin Kum’un romanı yazdığı 2016’da eğer okumuş olsaydık ‘Yok artık’ diyebileceğimiz her şeyi, bütün dünya iki-iki buçuk yıl boyunca yaşamadık mı?
15 gün önce Çin’den haber kanallarına gelen görüntülerde gökdelenlerde sokağa çıkması yasaklanmış insanların, camlardan caddelere dökülen çığlıklarını izlemedik mi?
Birkaç gün önce aşıyı bulan bilim insanlarından o tüyler ürperten açıklama gelmedi mi: ‘Üçüncü doz da yetmez!’ Üstelik halen o aşının bedenimizde hangi hasarları yaptığı bilinmezken.
Yönetmen Mert Baykal ve Umur Turagay’ın çektiği, senaryosunu Mert Baykal, Zafer Külünk, Gökhan Şeker, Müjgan Ferhan Şensoy’un yazdığı dizi, teknik anlamda temiz bir iş. Yanısıra düşündürücü ve zihin açıcı tartışmaları da tutuşturuyor.
İyi ve popüler işi taşlamak bu coğrafyanın en sevdiği eylem ya! Hemen başladı ‘Vay efendim çalıntıymış, yok böyle saçmalık olur muymuş’, salgın filan…
20 yıldan bu yana dizi diye izlemekten gına getirdiğimiz çarpık aşk ilişkileri, manken görünüşlü holding sahipleri, üç beş markanın sponsorluğunda gündüz vakti kraliyet balosuna gider gibi İstanbul sokaklarında gezen kadınlar, köşkten ya da havuzlu villadan başka yerde oturmayan insanlardan oluşan sosyal topluluklar ‘Nereden çalıntı acaba’ diye düşündürmedi, bu dizilerde olan bitenler hangisi akla yatkın diye sorulmadı da daha dün yaşadığımız gerçekliğin sinema estetiği bağlamında bir diziye dönüşmesi mi rahatsız etti?
Dizinin öyküsünde bir salgın İstanbul merkezli olarak anlatılıyor.
Keşke dünyadaki izdüşümünü de görseydik. Belki ikinci sezonda…
ARDS hastalığı solunum yoluyla değil, kulaklardan hastalığa yakalanan kişilerin duyulması yoluyla bulaşıyor…
Doğrusu yıllardır haber-tartışma programlarında konuşulanlar aklımıza geldikçe, bizim izleyici olarak abuklamadığımıza şükür etmemiz gerek!
Çünkü bu abuklama hastalığının en önemli kısmı, abuklayanın abukladığını fark etmemesi! Gerçekten çok tanıdık!
Öykü şöyle devam ediyor… Salgın başladığında SMK (Salgınla Mücadele Kurumu) kurulmuş. Başlangıçta niyet gayet iyi… Hastalığa çare olacak bilim insanları bir yanda çalıştırılırken diğer yanda salgının yayılmasını engelleyecek önlemlerle insanlar korunmaya çalışılıyor.
Sokağa çıkma yasakları, toplu yerlerde belirli sayıda bulunma, zorunlu haller dışında sosyalleşmenin önlenmesi, hatta herhalde eve sabun vs gibi ihtiyaçları alacak devlet yardımları… İnsanlar ve devlet organizasyonun birbirine destek olduğu bir ütopya…
Ancak SMK bir gün şunu fark ediyor; aslında abuklama hastalığı korkusuyla bütün toplumu kontrol etmek ve yönetmek mümkün!
Yani bir tür hayata geçmiş Panoptikon!
Bir bilim adamı var Murat Siyavuş… Bu adamın üzerinde salgın tedavi araştırmaları yapılırken bir şey deneniyor ve bu bilim insanı hastalığa bağışıklık kazanıyor.
SMK artık bu insanı bulup yok etmeye çalışıyor. Hastalığın tedavisi bulunmasın ki bu korkuyla bütün kalabalıklar yönetilsin derdine düşüyorlar.
Oldu mu sana ütopyadan distopya!
SMK artık ‘Big brother’ distopik evrenlerin otorite göstergesi…
Roland Barthes göstergebilimsel bağlamda bilinen anlamla, izleyenin algı ve kültürel dünyasındaki yan anlam olarak tanımlar bu durumu.
‘Sıcak Kafa’ modern dünyanın iktidar ve kontrol ilişkileri ile teknolojik ilerlemenin kesişiminde bağ bozumuyla buluşturuyor bizi…
Bilim ile toplum arasındaki örüntünün farkında olmadığı için tedavinin bulunmasına yardımcı olmak istemeyen Murat da tam Marx’ın işaret ettiği işine yabancılaşmış modern insan; gömleği görmediği için duyu ve duyguları yalnızca kendi diktiği düğmeyi bilen tekstil işçisi gibi…
Pazarı büyütmeye çalışan ilaç satıcısının daha hasta bir toplumu hayal etmesi hali…
İçinde yaşadığı sosyal-kurumsal hayatın öznesi değil nesnesi konumunda olduğunu fark edenler ve farkına varmayanların çatışması ‘Sıcak Kafa’…
Üstelik de kişisel gelişim zırvalarının bizi biricik olduğumuza inandırmaya çalıştığı bir çağda… Gerçekten biricikmiş gibi davranmaya çalıştığımız her an, kaldırımda açan kardelen gibi koparılırken köklerimizden…
Mert Baykal ve bütün ekibin emeğine sağlık…
Fakat teknik bir derdimiz var. Şu ses kalitesi çok mu zor, düşünmeden edemiyor insan…