Hâlbuki bizler kamu tasarruf etsin istedik, kamu ise emekçi Taksim’e ulaşmasın diye Bozdoğan Kemerini sıktı.
Her 1 Mayıs, benim gibi pek çok gazetecinin zihninde farklı çağrışımlar taşır. 1977’deki Kanlı 1 Mayıs’ı hatırlıyorum. 47 yıl önce provakatörler meydanı kana bulamış, 34 insanımızı öldürmüş, 136 emekçiyi yaralamıştı. Meydanı dolduran yüzbinlerin bayram coşkusu, kana bulanmış ve zihinlere kazınmıştı. Kaç 1 Mayıs’ta kaç kez cop yediğimi hatırlamıyorum bile. Fruko adını taktığımız toplum polisinin işi, bir yandan göstericileri engellemek iken diğer yandan gazetecileri coplamaktı. Fotoğraf makinemizi kıranı, filmleri alanı da cabası. Dün de polis şefi şöyle haykırıyordu; “basını süpürün!” Sahi, neden?
Taksim’i emekçiye kapamak işe yaradı mı?
Elbette hayır. Oysa serbest bırakılsaydı bir yandan bahar bayramı diğer yandan emekçi dayanışması, harika bir şenliğe bürünecekti. Fakat biz bunun yerine yasaklamayı, biber gazını ve copu tercih ettik. Milattan sonra 2024 yılında geldiğimiz nokta; Taksim’i emekçi hariç her gösteriye açık tutmak oldu.
Yasak, beraberinde tepkiyi getirir. Nitekim emekçinin haklı taleplerine, bazı radikallerin polise saldırması yüzünden gölge düştü. Fakat 2010-12 yıllarında Taksim; 1 Mayıs’a açılmış ve büyük bir coşku yaşanmıştı. Güvenliği için özgürlüklerinden vazgeçenler, gün gelir her ikisinden olurlar.