ARZU UZUNALİ
Almanya’nın başkenti Berlin’de yaşayan Türk sanatçı Esra Gülmen, Avusturya’nın önemli sanat merkezlerinden OK Offenes Kulturhaus Çağdaş Sanat Merkezi’ndeki ilk müze sergisi ‘I WAS I AM’de modern dünyanın kafa karışıklıklarından bahsediyor.
Esra Gülmen / Fotoğraflar: Michael Maritsch
Esra Gülmen, imgeyi sözcüklerle ya da sözcükleri imgeyle şekillendiren; evrensel duygu ve düşünceleri kanatlı sözcüklere dönüştürmesiyle tanınmış bir sanatçı. ‘I WAS I AM’ ise onun ilk müze sergisi.
Sanatçı bu sergisinde çoğumuzun iyi tanıdığı ‘Yesterday’s Feelings’ gibi zihnimize kazınmış işinin yanında; küresel zorluklar ve insan varoluşunun gündelik paradoksları ve karmaşaları üzerine düşündüğü interaktif tahterevalli enstelasyonlarını ve bireysel / toplumsal uyumsuzluk, bu uyumsuzluğun çarptığı sansürü işlediği iki mozaik pano sergiliyor.
Adı itibariyle de sergiyi geçmiş ve bugün olarak ikiye ayıran ve ikisi arasındaki bağlantıyı yansıtırken otobiyografik tarafından güç alan ‘I WAS I AM’i ve dolayısıyla Esra Gülmen’in geçmişi ve bugünü üzerine konuştuk.
Esra öncelikle ilk bağımsız ve ilk kişisel müze sergin için seni tebrik ediyorum. ‘I WAS I AM’ isimli sergin Avusturya’nın önemli sanat merkezlerinden OK Offenes Kulturhaus Cağdaş Sanat Merkezi’nde sergileniyor şu an. Nasıl hissediyorsun? Nasıl tepkiler aldın?
İki yıla yayılan bir süreydi sergi hazırlık süreci. O yüzden, yapa boza, üzerine çokça düşünerek gerçekleştirdim işleri. Hem kavramsal olarak hem de uygulama kısmı… İçime çok sindi yaptığım şey ve belki de ilk defa bir şey yapıp sonradan “Aa bunu da şöyle yapsaydım” demedim. Tepkiler de çok güzeldi. Açılışa Almanya’dan ve Viyana, Salzburg gibi komşu illerden de gelen izleyiciler vardı. Bu beni çok mutlu etti. Güzel şeyler duydum. Memnunum.
Sanatında imgeleri sözcüklerle çok güçlü ve basit bir şekilde anlatıyorsun. ‘Yesterday’s Feelings’ ‘Don’t Play With My Emotions’, ‘I WAS I AM’ ve daha bir dolu zihnimize kazınan işin var. Kendinle olan derdini anlatırken insanları bu derde ortak eden yeni bir işin tahterevalliler dikkatimi çekti. ‘It’s Not You / It’s Me’ ayna enstelasyonu gibi izleyiciyi eserin içine alıyor. Ancak bunları yeni görüyoruz. Çıkış noktası neydi bu işlerin, biraz bahseder misin?
Modern dünyanın kafa karışıklıkları… Bence sanatçının en büyük gücü anlayabilmek. Bunu yaparken de ortak bir dil oluşturabilmek. İşlerime interaktif bir boyut kazandırdığımda, bu karşılıklı birbirimizi anlama halinin, bu karşılıklı alışverişin güçlendiğini görüyorum.
Sergide, adı ‘Controversy Teeter/Totter’ olan, birbirinden bağımsız yedi tahterevalliden interaktif bir enstalasyon kurguladım. Kendi karmaşık doğamdan yola çıkarak bireylerin günlük paradokslarını, karmaşıklıklarını, ikilemlerini göstermeye çalıştım. Paradoksal düşünceler ve duygular herkesin içinde mevcut. Kimi insan bu duygu durumlarını, ikili düşünceleri çok daha yoğun yaşıyor. Terapistimin de benim düşündüğüm gibi ‘Bipolar değilsin, sadece sanatçı ruhlusun’ tanısından sonra bununla yaşamaya karar verip bu duygu geçişleriyle biraz oynamayı seçtim.
Fikir aslında ilk önce bir kitap projesi olarak ortaya çıktı. Hala yayınlamayı istediğim bir kitap, umarım bu yıl başarabileceğim. Zıtlıklarla dolu ‘Contradictionary’ işi bir kitap projesiyken zamanla sergi hazırlık sürecinde, interaktif bir heykel suretinde tahterevalli işine evrildi. Artık bu dertler, sadece benim olmaktan çıkıp herkesin sahiplendiği, deneyimlediği eserlere dönüştü. ‘Asking everyone / Listening to no one‘,(Herkese sormak / Kimseyi dinlememek) ‘love/ hate‘ (sevgi/nefret) gibi iki zıt ucu olan bu tahteravalli işini yaparken amacım ‘ya o, ya o’ gibi bir ikilem yaratmak değil, aksine bu iki ucun birlikteliğini diyalektik olarak vurgulamaktı. Bu işle, bu duygu durumlarının, iniş çıkışların hayatlarımızdaki kaçınılmaz unsunlar olduğunun ve önemli olanın bunların arasındaki denge olduğunun altını çizerek duygularla atışabileceğimiz bir oyun alanı yaratmak istedim.
Bu sergide iki de mozaik panon var. Son dönemde iliklerimize kadar hissettiğimiz o ısrarlı görülmeme hali ve uyumsuz olarak etiketlenene konan sansürü işliyorsun. Bu eserler için otobiyografik olduğunu da söylüyorsun. Senden yansıyan nedir bu işlere?
Serginin ilk çıkış noktası, tahterevalli işinin de çıkış noktası olan günlük ve global paradokslar. Bunun üzerine çalışırken aslında kendi hayatımın, birey olma sürecimin, geldiğim ve şu an olduğum yerin de aslında koca bir paradoks üzerine kurulu olduğunu fark ettim. Tahterevalli işiyle, serginin interaktif kısmında tek eşlilik mi çok eşlilik mi, kafaya takmamak mı takmak mı, sevgi mi nefret mi, bunları sorgularken benim geçmiş hayatımda çok daha ‘gerçek problemler’im olduğunu göz ardı edemedim.
Sansür konusu çok ilgimi çekiyor. İlk olarak bir işimle gökkuşağını sansürleyerek bu güzel imajın aslında sansürlenemeyeceğini protesto etmiştim. Sonra Art Dubai’de, dünyanın bir kısmında çok olağan görünen, iki bireyin öpüştüğü bir aşk sahnesini göstermek istedim. Bunun orada göstermek için tehlikeli bir sahne olduğunu bildiğimden, İslam sanatında çokça kullanılan mozaik karolarla, işi gercek anlamda mozaikleyerek sergiledim ve bir nevi fuarı ‘hack’ledim.
Sergi sürecinde de kendi hayatımdaki sansürler üzerine düşünürken aslında hem toplumsal, hem dini, hem de oto-sansür konuları gündemime girdi. Ve ilk defa bir sergide bu kadar kisisel bir iş yapıyorum: Havuz enstelasyonu.
Biliyorum ki birçok kişi için çok olağan olan, bir kız çocuğunun havuzda yüzme sahnesi, dünyada hala birçok kız çocuğu için imkansız. Konservatif bir toplumda, ailede yetişen bir kız çocuğunun, doğru giyinmek, koltukta doğru oturmak, diğer çocuklardan farklı yaz tatilleri deneyimlemek gibi birçok derdi oluyor. Burada toplumsal ve ailesel sansürden bahsediyorum.
Duvar panelindeyse Berlin’in özgür bir sahnesini mozaikleyerek daha çok oto-sansür konusunu irdeliyorum. ‘Birey olma sürecini tamamlamış biri artık özgür olup toplumdan, ailesinden, geldiği yerden kendini ne kadar soyutlayabilir? Oto-sansür hayatımızda ne kadar bir alan kaplıyor? Gerçekten özgürleşebilir misin?’ gibi soruları soruyorum. Çünkü öteki olmanın tek bir formülü yok. Ben kendi hikayemden yola çıktım ama tutucu bir köyde seküler bir ailenin cocuğuysan da öteki olabilirsin. Bir cocuk icin öteki olmak her formda zor. Kimi cinsel kimliğini saklamak zorunda kalıyor, kimi dinlediği müzik türünü belki, kimi kıyafetlerini, kimi söylemlerini…
Sence insanlar / toplum senin hangi parçanı sansürlemek istiyor? Uyumsuz olmanın bedeli nasıl ödetiliyor?
“Sen kesin hastanede karıştın” şakasıyla büyüdüm. Toplum, ailen, insanlar şakayla da olsa, sana hep farklı oldugunu göstermek istiyor. Çünkü bundan aslında rahatsız oluyor. Ama farklı olmak ne demek? Doğru yerde, doğru zamanda olmamak demek sanki. Aksine şu an öyle bir şehirde yaşıyorum ki bazen en ‘normal’leri benmişim gibi geliyor. O zaman ben gerçekten farklı mıyım?
Mozaik işlerimin arkasındaki fikri anlattığımda, Avusturalyalı bir gazeteci, bana çocukken ‘rebel’ (isyankar) olup olmadığımı sordu. Bu soruyu çok alıyorum. Ben isyankar bir çocuk değildim. İsyan etmektense anlama yolunu seçtim hep. İsyan etmedim ama yine de bir yol bulup -bu ikili bir hayat yaşamak demek de olabilir- kendi istediğim şeyleri bir şekilde yaptım. Şimdi dönüp baktığımda, bu tavrımın şu an yaptığım sanatın dilini de oluşturduğunu fark ediyorum. Bu da işlerimi, negatif bir şekilde isyankar olmaktansa, diyalog kurmak için oyun alanı arayan, daha yaklaşılabilir, ulaşılabilir, anlamaya odaklı bir yerden yaratmamı sağlıyor. Kendime ‘rebel’ isyankar diyemem ama ‘survivor’ yani hayatta kalmayı başarmış bir kız çocuğu diyebilirim. Sonuçta hayatta kalmayı başarmış bir kız çocuğunu bir isyankardan ayıran az şey var.
Senin hayatında sansürlemek ihtiyacı hissettiğin yerler oldu mu, oluyor mu?
Birey olana kadar hayatımı dışardan gelen ve kendime uyguladığım oto sansürlerle yaşadım. ‘Birey olana kadar’ diyorum ki sanırım bu, üniversite okuduğum yıllarda başlayan ve Berlin’e yerleşene kadar devam eden bir süre… Ama hala sansürleme ihtiyacı duyduğum şeyler oluyor. Bunları karşıdakini korumak, onu da rencide etmek istememek adına yapıyorum. Bazen alışkanlıktan. İyi bir şey mi bilmiyorum…
Sonuçta sansür genlerimde. Birey olamamak, toplumsal baskı, aile baskısı, sansürlü TVlerle büyümek, annenle yemek yemeye bile çıkarken iki kadının üzerinde hissettiği sorumlulukların baskısı… Sansür, aileden gelmese toplumdan, toplumdan gelmese devletten gelip sizi yakalıyor. Sansür birey olma macerasında hepimizin çarptığı bir duvar, bunu nasıl geçebiliriz, kiminin yolu daha düz, kimininki daha kavisli…
Berlin’de yaşamak daha az sansürlenmek anlamına geliyor mu? Yoksa her yerin sansürü ayrı mı?
Bireysel özgürlükler deyince, bu şehirde sansürsüz hayat çok mümkün, hatta o yüzden bütün ötekilerin de gelip yaşamak istediği yer burası. Berlin’de daha çok dile dikkat etmek lazım. Asla söylenmemesi gereken söylemler var mesela, şaka da olsa üzerine konuşamazsın. Ve şu an güncel politik konular -güncel politik konular derken şu an ben de kendimi sansürledim mesela- sansürsüz haliyle ‘soykırım’ nedeniyle birçok sanatçı kendini sansürlemek zorunda kalıyor. Aksi halde devletten fon alma, destek görme gibi durumlar tehlikeye girebiliyor. Sansür, farklı şekillerde her yerde var maalesef.
Yarattıkların dolayısıyla eserlerinle ilgili her konuşma bir terapi sohbetine dönüşüyor. İşlerine dönersek geçtiğimiz günlerde Japonya’da da bir sergiye katıldın. Şimdi Avusturya’daki bu sergin var. Bir sonraki adım belli mi?
Geçtiğimiz aralık ayında, Japonya’da kamusal alanda bir sergim oldu. Daha önce sergilemiş olduğum ‘It’s not you/ It’s me’ işinin de ayrıca Japonca versiyonunu sergiledik. Bu benim icin çok özeldi.
2024 ve 2025’te de yine Kobe’deki aynı park için geçici kamusal heykeller yapacağım. İşbirliğimiz üç yıl sürmüş olacak.
Bundeskunsthalle Bonn’da mayıs-ekim aylarında iki ayrı sergide işlerim sergilenecek. Bundeskunstalle Almanya’da çok değerli bir çağdas sanat müzesi. O yüzden çok mutlu ve heyecanlıyım.
Ayrıca yine Köln’de bir müzede public bir sergim olacak bu yaz.
Ve Shanghai… Henüz ne yazık ki ne olduğunu söyleyemiyorum ama Eylül 2024’te paylaşacağım.
Yeni eserlerine diğer dünya vatandaşları gibi dahil olmak istiyoruz. ‘I WAS IAM’i Türkiye’de görebilecek miyiz?
Havuz enstelasyonu Linz’de, müzede kalıyor. Ama ödünç alınıp başka yerlerde de sergilenebilir tabii ki. Özellikle o işin, başka ülkelerde, hatta Türkiyede’de bir müzede gösterilmesini çok isterim. Ayrıca tüm sergi taşınabilir, neden olmasın?