• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Pusulada muhalif aday olmamalı

27/04/2018 13:50

SERCAN ÇELEBİ* 

Yaş 35, yolun neresi eder?

Dün 35 yaşına girdim. Bir sonraki 35 yılımı geçirmek istediğim ülkemde yaşananlara dair, aklım “Yazma” dese de, “İnceldiği yerden kopsun” diyen Karadenizli kalbimi durduramadım.


On binlerce ismin arasından kazanan: Sayın Başkanımız!

1987 yılında üzerine aldığı Zimbabwe devlet başkanlığını 2017 yılında maruz kaldığı zorunlu ev hapsine kadar sürdüren Mugabe, görevi bıraktığında 93 yaşında ve dünyanın en yaşlı devlet başkanı ünvanının sahibiydi. 16 milyon nüfuslu ülkenin üç nesli, başka bir liderin sesini duymadı, farklı bir dünya görüşü dinlemedi veya farklı bir ekip tarafından yönetilmedi.

Mugabe’nin sorgulanamaz gücünün özünde, halkının ve rakiplerinin gözünde yarattığı, ‘Gücümün yetmeyeceği hiçbir şey yok!’ algısı yatıyordu. Hileli seçimler, bastırılan/tutuklanan/işkence gören muhalif sesler, fakirliğin en yaygın gerçek olduğu bir Afrika ülkesinde düzenlenen on milyonlarca dolarlık doğum günü partileri…

Bütün bunların arasında asla unutamadığım  -ilk anlatıldığında “Yok artık!” dediğim- ve aslında tüm yaşananları özetleyen/sentezleyen bir hikayeyi paylaşmak istiyorum.

2000 yılında, aylık ortalama gelirin 26 dolar olduğu Zimbabwe’de, devlet bankası Zimbank 2 bin 600 dolar ödüllü bir piyango düzenliyor. Bankada belli bir mevduat sahibi olan on binlerce müşteriye açık olan -ve kulağı yolsuzluk bağlamında milyarlara alışık bizler için çok düşük bir meblağ gibi gelse de- birçok insanın hayatını değiştirebilecek boyutta bir ödül vaat eden bu piyangonun kazananını açıklamak adına Zimbank görkemli bir şölen yapıyor. Organizasyonun başkanı, elini torbaya daldırıyor, ve heyecanın bezediği sessizliğin içinde, sadece güce yakın olmaya mahkum olanlara özgü bir ses titreşimiyle haykırıyor: “Kazanan: Sayın devlet başkanımız Mugabe!”

‘Gücümün yetemeyeceği hiç bir şey yok!’ algısının mimarı başkan, halkın umut kapısının anahtarını da cebine atıyor. Bir devlet başkanı, piyangoyu kazanıyor.

Seçenek olmadan seçim olmaz ki…

24 Haziran’da Türkiye’nin seçime gideceği duyuruldu/buyuruldu.

1 Kasım seçimlerinde YSK tarafından 90 günden 60 güne çekilen seçim takvimini ucundan kurtaran, 66 günlük seçim süreci başlamış oldu. Yüz binlerce gencin geleceğini belirleyecek üniversite sınavının tarihi, bizim bakkalın sipariş ertelemesine benzer bir süreç ve süratle değiştirildi.

‘Seçim’ kelimesinin kökünde ‘seçmek’ fiili var. Sonucuna saygı duyacağımız bir şekilde ‘seçebilmemiz için’ üç ana başlıktaki koşulların sağlanmış olması gerekli: Seçenekler (oy atılacak kişi ve kurumların varlığı)
baskı ve etkiden arınmış bir tercih ortamı, süreç (sandığa gidip oy atmak).

Peki ben, bu haliyle neden 24 Haziran’ın gerçek bir ‘seçim’ olmadığını düşünüyorum (parantez içinde her maddenin, bu ana başlıkların hangisine girdiğini yazdım):

Bugünkü yönetime ülkeyi yönetme hakkını veren seçimlerde yüzde 10’un üzerinde oy almış, yıllardır hiçbir siyasetçinin başaramadığı şekilde, farklı bir Türkiye hayali/vizyonunu ortaya koyabilen bir siyasi partinin yöneticileri -savunmalarını dahi kimsenin duymasına izin verilmeyen bir ortamda- hapiste. (1)

60 günde, 55 milyon seçmenin oy kullanacağı bir seçime hazırlanmak, hele halihazırda iktidarda olan birimlerim tüm devlet kaynaklarını seferber ettiği bir ortamda, gerçek bir adayın ortaya çıkmasını imkansız kılıyor. (1)

Kaldı ki bu aday ortaya çıkmak istese bile adayın nasıl ve hangi süreçten geçmesi gerektiğinin bile bir cevabı henüz yok. (1)

Sivil toplumdan, iş dünyasından ve basından, profesyonel ve stratejik bir şekilde seçilerek tutuklanan, özgürlükleri kitlelere “Sağlığınız için çok da konuşmasanız iyi olur” dercesine elinden alınan insanlar, olası adayların ve adaylıkların önünde bir duvar gibi duruyor. (2)

Bütün vatandaşların vergileriyle, bütün vatandaşlara hizmet etmek için toplanan devlet kaynakları, maliyeti bir neslin eğitimine yetecek boyuttaki organizasyonlarda seçim kampanyaları için seferber ediliyor. (2)

Herhangi bir başarı şansının yayılmasını engelleyecek şekilde medya ve toplumda konuşulan konuların içeriği (vizyondaki savaş filmleri bu noktada başı çekiyor) tek elden yönetiliyor; gazeteciler gelecekte hukuk sistemine büyük zarar verecek sebeplerle tutuklanıyor, hapsediliyor. (2)

Seçmenlerin yüzde 40’a yakını, Cumhuriyet tarihinin en başarılı ‘rıza üretimi’ sistemini kurmuş AK Parti’den farklı nedenlerle devlet desteği alıyor. Evet, partiden devlet desteği alıyor. Çünkü esas olan para akışı değil, algıdır. (2)

175 bin sandıkta, 2 milyona yakın kişinin aktif görev alarak yöneteceği bir süreç, seçim kanununda torba yasayla yapılan değişikliklere dayalı, henüz ortada olmayan bir yönetmeliğe göre yönetilecek. Diyelim iyi niyeti sorgulamadık, bu karmaşanın yaratacağı belirsizlik bile seçim gününe gölge düşürecek. (3)

Referandumda açıkça yasa ihlali yaparak -sebebini ve sonuçlarını sorgulamıyorum- mühürsüz oyları geçerli ilan eden bir YSK yönetecek bu tarihi seçimi. Kurumlara, ve özellikle YSK’ya güvenin dibe vurduğu bir ortamda, meşru ve herkesin içine sinecek bir seçim gününün yaşanabileceğini beklemek ne kadar gerçekçi? (3)

‘Hodri meydan!’ mı, ‘Hadi oradan!’ mı?

Yukarıdaki sebeplerden, gereği düşünüldü:

Gerçek anlamda bir seçeneğin var olmadığı bu seçim ortamında aday olmak demokrasinin gereğini yerine getirmek değil, tam tersine gerçek demokrasinin gereğini yerine getirme cesaret ve vizyonunu gösterememektir! Demokrasi, adayların kazanabilmesi ihtimali değil, gücü elinde bulunduran iktidarın kaybedebilmesi ihtimalidir.

Tavla oynadığınız rakibiniz “Senin zarlarına ben karar vereceğim; ayrıca üç pul eksik ve gözlerin kapalı oynayacaksın!” dediğinde, “Hodri meydan!” mı dersiniz, “Hadi oradan!” mı?

Başarının ilk adımı doğru hedef belirlemektir… Dolayısıyla 24 Haziran gününe dair tek hedef, dik-tidarın oyununa katılmayıp aynı zamanda ne kadar kalabalık olduğumuzu dünyaya kanıtlayabilmek olmalıdır. Bu kuralsızlık içinde galip gelmenin tek yolu, bu oyunu oynamamaktır.

24 Haziran normal bir seçimmiş gibi hayata devam edersek, Einstein’ın dediği gibi, ‘aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar bekleyen aptallar’dan ne farkımız kalır? Aynı siyasi aktörler, aynı çaresiz söylem ve stratejisizlik içinde nasıl farklı bir sonuç yaratacak? Olağanüstü dönemlerin olağanüstü önlemler gerektirdiği bir günde, olağanın ötesini görme yetisi ve vizyonu olmayanlar mı başarıya götürecek bizi?

Soruyu tersten soralım: Bu derece haklı bir argümanı varken yapıcı bir eylemsizlik çağrısını organize edemeyecekse muhalefet, yukarıda sıraladığım bütün şartların içinde bir seçim birlikteliğini nasıl organize edebilecek? Seçmenler olarak bizi geçtim, bunu yönetim kadrolarına nasıl anlatacak?

24 Haziran pusulasında bir muhalif aday olmamalı

24 Haziran’da bu haliyle aday olmak, Mugabe’nin katıldığı piyangoda bilet almakla eş değerdir: Paranızla umudunuzu kaybederken, süreci de meşrulaştırmış olursunuz.

Bir anda kusursuz bir seçim ortamı yaratmanın mümkün olmadığının farkındayım; ayrıca onlarca arkadaşım, doğru sebeplerle ve büyük bir hevesle yaklaşan seçimlerde değer yaratmak için çalışıyor.

Ancak ve en azından… Muhalefet adayları, gerçek anlamda bir demokratik kazanım elde etmeden bu seçime girmemeli. Örneğin OHAL’in kaldırılmasını, adayların mal varlığının beyanını, hepimizin vergisiyle işleyen TRT’nin bütün adaylara eşit yayın zamanı ayırmasını veya adayların en azından üç kere canlı tartışma ortamını şart koşmalı. Tek bir kazanım bile çok büyük bir domino etkisi yaratır, emin olun!

Bunlar -veya benim düşünemediğim, demokrasinin daha büyük bir ortak paydası olan farklı bir değişim- gerçekleştirilmezse 24 Haziran pusulasında bir muhalif aday olmamalı.

Ve Mugabe, elinde kazanan biletle, kalakalmalı.

Son söz: Hayatımda ilk defa otosansürün ucundan döndüm. Ben kazandım, rasyonalize edilmiş korku kaybetti.

* Ekonomist

Kategori:Analiz

SON HABERLER

Polisler hastaneden ayrılan İnan Kıraç'ı arıyor

İş adamı İnan Kıraç, bugün bir hastanede check-up işlemlerin ardından bir araçla hastaneden ayrıldı. Kaçırıldığı iddiaları üzerine polis çalışma başlattı.

Fenerbahçe'den bedelli sermaye artırımı kararı: Hedef borç kapatmak

Fenerbahçe Futbol AŞ, 250 milyon lira olan sermayesini yüzde 400 artırarak 1 milyar 250 milyon liraya çıkarma kararı aldı.

İBB soruşturması: Yedi kişi daha tutuklandı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) odaklı ‘yolsuzluk’ soruşturması kapsamında gözaltına alınan yedi kişi daha tutuklandı.

Trump yönetimi Harvard'ın yabancı öğrenci alma yetkisini iptal etti

ABD İç Güvenlik Bakanlığı, Harvard Üniversitesi’nin uluslararası öğrenci kaydetme yetkisini iptal etti.

Trump'ın Eğitim Bakanlığı'nı kapatma kararı durduruldu

ABD’de bir federal yargıç, Başkan Donald Trump’ın Eğitim Bakanlığı’nı kapatma kararının uygulanmasını durdurdu. 

Sekiz maddede #İncepopülizm
Yapılamayan bir tartışma: Risk altında akademisyen kimdir?

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 761 gündür hapiste

YAZARLAR

Bir uyanışın tarihi: 19 Mayıs

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

GÜNÜN 11’İ

İhsan Çaralan: İster istemez akla 'ahtapot suç örgütü' tanımı geliyor

Emre Kongar: Erdoğan/AKP iktidarı, zayıfladığı dönemlerde, ömrünü uzatmak için, önce Kürt milliyetçiliğini kullanmıştır

Mine Söğüt: Rahat rahat konuşalım, Linet bu ülkede bizimle kalsın mı yoksa gitsin mi?

Mustafa Balbay: Kurtulmuş, 'Alevileri inciten bir şey demedim' yerine, özür dileyip ne düşündüğünü daha net ifade edebilirdi

Feray Aytekin Aydoğan: Mücadele ederek kazandığımız tüm haklar hedef tahtası hâline getiriliyor.

Alaattin Aktaş: Resmi tatillere niye ek yapılıyor?

Zeynep Altıok Akatlı: Türkiye'de barışın tartışıldığı bu günlerde, nefretin sanat üzerindeki gölgesi hepimize ağır geliyor

Nevşin Mengü: İnternet sitelerinin basın yasasına göre künyesi olmak zorunda

Gökçer Tahincioğlu: Kaç süslü lafla, 12 yaşında bir çocuğun öldürülmesinin üzeri kapanır?

Hediye Levent: ABD Dışişleri Bakanı Rubio'nun Suriye'de her an bir iç savaş patlayabileceğine dair açıklaması gündemde

Abdulkadir Selvi: Macaristan'da Orban, Türkiye'de Erdoğan kazandı; küresel proje çöktü

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×