ŞULE TÜRKER
suleturker34@gmail.com
Saygın tıp dergisi The Lancet, Covid-19 sırasında majör depresif bozukluklar ve anksiyete sorunlarına ilişkin ilk araştırmayı yayınladı. 204 ülkede yaş ve cinsiyet gruplarının pandemiden ne kadar olumsuz etkilendiğinin incelendiği araştırma, Türkiye’nin depresyon ve anksiyete vakaları artışında Avrupa’da ilk sırada yer aldığını da ortaya koydu. Araştırmaya göre küresel çapta depresif bozukluklar yüzde 28, anksiyete bozuklukları yüzde 26 oranında arttı. Türkiye’de ise bu oranlar sırasıyla yüzde 40 ve yüzde 30’a yakın.
Pandeminin sert etkisinin hissedildiği 2020’de Türkiye’nin yanısıra depresyon vakalarının en fazla arttığı diğer ülkeler İran, Arjantin, Meksika, Peru, Şili, Güney Afrika, Mısır ve Pakistan.
Araştırmanın baş yazarlarından Avustralya Queensland Akıl Sağlığı Araştırmaları Merkezi uzmanlarından Damien Samtomauro, “Bu durum sağlık sistemini acilen güçlendirmeyi gerektiriyor” dedi.
İnsanlar güvende hissetmiyor
Hem dünyadaki ilk araştırma olması hem de Türkiye’nin ‘özel’ durumu dolayısıyla konuyu hem yetişkinler ve çiftler hem de ergenlerle çalışan bir uzmana sorduk.
Diken’in sorularını yanıtlayan psikolog Çağatay Ergin, “Pandemi sürecinde anksiyete çok arttı. Bunu bize gelen danışanlardan da görüyoruz” dedi. Anksiyete, yani kaygı bozukluğunda güven unsurunun kaybolduğuna, kişinin kendisini sahipsiz, güvensiz hissettiğine dikkat çeken Ergin, şunları söyledi:
“Türkiye’de insanlar devletin koruyucu, kollayıcı bir güç olduğuna inanmıyor artık. Tamam bilimsel olarak bir şeyler yapılıyor; aşı örneğin -ki şu an salgında elimizdeki en güçlü enstrüman- ama ticaretle uğraşanlar, bu süreçte iflasın eşiğine gelenler, işsizler bir taraftan devletten bir şeyler bekliyorlar, diğer taraftan da bunun olmayacağına inanıyorlar. ‘Ekonomi yönetimsel olarak o kadar büyük bir yanlışa girmiş durumda ki, buradan hiçbir şey çıkmayacak belli’ düşüncesi ve inancı var. İnsanların umudu kalmadı.
Aynı salgını yaşıyoruz ama Avrupa’da insanların devletten beklentisi var ve bunlar gerçekleşiyor, Türkiye’de ise artık böyle bir beklenti yok. Bizde devlet kimseye sahip çıkmıyor, sadece kendi bekasını düşünüyor gibi bir tablo var. İnsanlar güvenmiyor ve devletten kendisine herhangi bir fayda geleceğine de inanmıyor. Şunu net olarak söyleyebilirim, bir ülkede anksiyete bu kadar çoğalmışsa, vatandaşların devletle ilgili sıkıntılarıyla bağlantılı bir durumdur bu.
Geleceğe hiç güvenle bakamıyoruz. Çünkü bizi ileriye götürecek bir maddi imkan göremiyoruz. Hep daha kötüsünü görüyoruz.
Misal döviz kurlarının yükselmesi. Bir ülkede döviz kurlarının yükselmesi demek, o ülkenin değerinin azalması demektir. Her gün haberlerde dinlediğimiz, duyduğumuz şeyler hayali, hamasi değil, reel veriler. Görülen şey ne? Daha fakirleşiyorum, her şey daha pahalılaşıyor.”
Ruh sağlığımız ülke siyasetiyle doğru orantılı seyrediyor
Ülke siyaseti ile anksiyetenin doğru orantılı seyrettiğine, bağlantılı olduğuna dikkat çeken Ergin şöyle devam etti:
“Tedavisi, aslında bireysel sıkıntılar olabilir ama eğer anksiyete daha majör bir durumdaysa toplumun iyileşmesiyle alakalıdır. Toplumun iyileşmesi, siyasetin iyileşmesiyle alakalıdır. Siyasetin iyileşmesi de adaletin iyileşmesiyle alakalıdır.
Gençlerde durum daha kötü
Gençlik zaten hiç güven duymuyor ülkesine. Z kuşağı mutsuz, bu durum haliyle ebeveynleri de mutsuz ediyor. Gençler çok güvensizler. Bir ülke düşünebilir misiniz, oradan kendini kurtarmaya ve kaçmaya bakıyorsun. Bir ülkeden insanlar kaçıyorsa, hele de genç bir nüfussa bu, ciddi problem vardır. Gençler çok belirgin bir şekilde ‘Yanlış şeyler oluyor, bunların düzelmesi lazım’ diyerek, ebeveynden daha sert tedbirler koyuyorlar kendilerince.
Gençlerdeki en önemli, belirgin durum gelecek kaygısı. Olumsuz inançları ise kendilerini değersiz hissetmeleri. ‘ODTÜ’de, Boğaziçi’nde okuyorum, bana terörist, vatan haini diyorlar. Ağır suçlamalar getiriyorlar. Ben bunu hak ediyor muyum?’ soruları, değersizlik inancını da beraberinde getiriyor.”
Evlilikler de ilişkiler de olumsuz etkilendi
Pandemi sürecinde çift terapilerine gelenlerin sayısının da arttığını belirten Psikolog Çağatay Ergin şunları aktardı: “Bireysel problemler arttıkça evlilikle ilgili sorunlar da arttı. Kişi kendisiyle ilgili sıkıntı yaşamaya başladıkça bu ilişkisine de yansıdı. Güvensizlik inanılmaz bir şekilde bütün hayatı etkiliyor. İleriye dönük bakış, hedef, amaç hepsi çok zayıflıyor. Beklentiler çok değişmeye başlıyor. Sizi desteklemeyen her türlü organ, aygıt neyse sizi umutsuzluğa itmeye başlıyor. Kişinin gücü, erki azaldıkça da karşı tarafın bakış açısı değişebiliyor ve ilişki, evlilik farklı bir yola giriyor.”
İlaç baskılar, tedavi etmez
Pandemi sürecinde antidepresan, antianksiyatik gruptaki ilaçların tüketiminin yaygınlaştığı da basına yansıdı. Ergin’in yorumu şöyle: “İlaçlar, bir profesyonel vermedikçe alınmamalıdır. Diğer halde sadece semptomları baskılayıcı etkileri olur. En kötü senaryoda ise kişi iyice gerçeklikten koparabilir.”