MESUDE DEMİR
Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Çağatay Güler, ‘etki ajanlığı’ düzenlemesinin yasalaşmasının bilimsel çalışmaları ve işbirliklerini kötü yönde etkileyeceğini söyledi.
Bilim insanları ve araştırmacılar, ‘etki ajanı’ olarak etiketlenebilecekleri endişesiyle uluslararası kurumlar, üniversiteler veya kuruluşlarla işbirliği yapmaktan korkabilir. Bu, bilgi alışverişinin azalmasına, yeniliğin ve ileri teknoloji araştırmalarının engellenmesine yol açar.
‘Etki ajanlığı’ düzenlemesi dahil yargıya ilişkin değişiklikler içeren kanun teklifi, geçtiğimiz ay Meclis Adalet Komisyonu’nda kabul edildi.
Önümüzdeki günlerde mecliste görüşülmesi beklenen düzenlemenin yasalaşması halinde sadece ifade özgürlüğü darbe almakla kalmayacak. Sivil toplum örgütleri ve ülke dışından hibe alan bağımsız medya kuruluşlarının ‘ajanlıkla’ suçlanmasının önü açılacak.
Bundan da ibaret değil. Ceza kanunlarına ‘etki ajanı‘ gibi belirsiz bir şekilde tanımlanmış suç eklemenin çeşitli sektörleri olumsuz etkileyeceğini öngörmek mümkün.
Güler ayrıca yol açacağı geniş kapsamlı olumsuz etkiler nedeniyle ilerlemeyi, yaratıcılığı ve özgürlükleri engelleyebileceğini söyledi.
Entelektüel özgürlük, yaratıcılık, ulusal ilerleme ve demokratik bütünlük pahasına ‘etki ajanı’ gibi kötü tanımlanmış bir suç yaratıldığını ifade eden Güler, bunun otoriter kontrol için bir araç olarak kullanılacağını söyledi. Güler, “Uzun vadede bu tür önlemler, sürdürülebilir kalkınma ve gelişen bir toplum için gereken temelleri zayıflatarak ülkeyi geriletir” uyarısı yaptı.
‘Araştırmaları engeller‘
Bu tür yasaların bilimsel gelişmeye, sanata, düşünce özgürlüğüne, ulusal gelişmeye ve demokrasiye çok büyük zarar vereceğini belirten Güler, şöyle devam etti:
“Bilim insanları ve araştırmacılar, ‘etki ajanı’ olarak etiketlenebilecekleri endişesiyle uluslararası kurumlar, üniversiteler veya kuruluşlarla işbirliği yapmaktan korkabilirler. Bu, bilgi alışverişinin azalmasına, yeniliğin ve ileri teknoloji araştırmalarının engellenmesine yol açar.”
Gelişmekte olan ülkelerde bilimsel ilerleme için genellikle hayati önem taşıyan yabancı hibeler ve ortaklıklar kuşkulu görülebilir. İleri düzey araştırmalar için gereken kaynaklara erişimi azaltabilir. Güler, “Bu genç bilim insanları ve dış desteğe bağımlı kurumlar için fırsatları sınırlayabilir” dedi.
Ülkenin bilimsel potansiyelini ve ekonomik gelişimini baltalayan beyin göçüne de yol açacağını öngören Güler sözlerini şöyle sürdürdü: Araştırmacılar ve akademisyenler daha fazla özgürlük ve güvenliğe sahip oldukları ortamlara göç etmeyi seçebilirler.”
‘Kültürel değişimler kısıtlanır‘
İlk zarar görecek alanlardan biri hiç kuşku yok ki sanat ve edebiyat olacak. Güler sansürün ağırlaşacağını belirtti: “Hükümeti eleştiren veya ‘duyarlı’ konuları ele alan sanatçılar, film yapımcıları ve yazarlar yabancı güçlerden etkilendikleri gerekçesiyle suçlanabilirler. Bu, otosansüre, yaratıcılığın engellenmesine ve sanatsal ifadenin kapsamının sınırlandırılmasına yol açar.
Küresel sanat topluluklarından yalıtım eğilimi doğar. Yabancı etki korkusu nedeniyle uluslararası işbirlikleri, sanat sergileri ve kültürel değişimler kısıtlanabilir. Bu yalıtım, yerel sanatçıların görünürlük kazanmasını, küresel eğilimleri değerlendirmesini ve kültürel diyaloğa katkıda bulunmasını engeller.”
Muhalif seslerin bastırılmasına hizmet eden bir ortam oluşacağından kuşkusu olmayan Güler, şunları ekledi: “Sanat genellikle toplumsal eleştiri ve yorumlama için bir ortamdır. ‘Etki ajanı’ olarak etiketlenme riski, sanatçıları politik olarak duyarlı temalara değinmekten alıkoyabilir ve toplumdaki kültürel ifadenin zenginliğini ve eleştirel katılımı azaltabilir.”
‘Uluslararası işbirlikleri kısıtlanır‘
Güler söz konusu düzenlemenin yasalaşmasının diğer etkilerini şöyle sıraladı:
*Düşünce ve konuşma özgürlüğü üzerindeki baskılar artar. İfade eğiliminde caydırıcı etki yapar. Vatandaşlar, aydınlar ve akademisyenler, yabancı etki suçlamalarından korktukları için tartışmalı veya eleştirel konuları tartışmaktan kaçınabilirler. Bu, sağlıklı bir düşünsel ortam için olmazsa olmaz olan açık tartışmayı ve eleştirel düşünmeyi kısıtlar.
*Akademik özgürlük yok olur. Üniversiteler, siyasi açıdan duyarlı konularda araştırma ve tartışmalardan kaçınabilir ve bu da akademik kapsamı sınırlayabilir. Bu, bilgili ve eleştirel düşünen bir toplumun gelişimini engeller.
*Etki ajanlığının doğasında kasıtlı olarak oluşturulan belirsizlik, bireylerin yabancı çıkarlarla uyumlu olduğu biçiminde yanlış yorumlanabilecek görüşleri ifade etmekten çekindiği karanlık bir gözetleme, izleme, ihbar ve otosansür ortamı yaratır.
*Ulusal kalkınmayı da olumsuz etkileyecektir. Şirketler ve kuruluşlar, normal iş faaliyetlerinde bulunmanın yabancı etki olarak yorumlanabileceği ülkelere yatırım yapmaktan çekinebilirler. Bu, özellikle kalkınma için yabancı yatırıma güvenen az gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümeyi sınırlayabilir. Küresel ortaklıklar azalır. Teknoloji, sağlık ve eğitim gibi alanlardaki uluslararası işbirliği, buna bağlı olarak da ülkenin küresel ilerlemelerden ve en iyi uygulamalardan yararlanması engellenebilir.
*İnsanların fikirleri yüzünden zulüm gördükleri bir ortam yaratarak, ülke en yenilikçi zihinlerini ve yeteneklerini göçle yitirme riskiyle karşı karşıya kalır. Bu, ulusal kalkınma çabalarını zayıflatır ve ekonomik ilerlemeyi yavaşlatır.
‘Siyasi muhaliflere karşı silaha dönüşür‘
*Demokrasi ve sivil özgürlüklerde aşınma süreci başlar. Siyasi muhaliflere karşı bir silaha dönüşür. Hükümetler bu yasayı siyasi muhalifleri, gazetecileri ve etkincileri (aktivist) itibarsızlaştırmak için kullanabilir ve onları yabancı çıkarlar için çalışmakla suçlayabilir. Bu, yasal muhalefeti kısıtlayarak demokratik süreçleri zayıflatır.
*Toplumsal siyaset zayıflar. STK’lar ve savunuculuk grupları, hükümetleri sorumlu tutmada ve sosyal refahı teşvik etmede kritik bir rol oynar. Onları ‘etki ajanları’ olmakla suçlamak, bu örgütlere yönelik baskılara haklı çıkaran bir gerekçe olarak kullanılabilir, şeffaflığı azalır; demokratik denge ve denetimleri zayıflatır. Kamu güvenliği gerekçesiyle kurumlar baskı altına alınır. Muhalefeti bastırmak için belirsiz tanımları kullanan hükümetler, yasal ve yargı kurumlarına olan kamu güvenini aşındırır. Bu, siyasi sistemle ilgili hayal kırıklığının artmasına, ilgisizliğe, istikrarsızlığa hatta toplumsal huzursuzluğa yol açabilir.