İnşaatı ele alalım. Türkiye’de inşaat sektörü ile siyasal iktidar arasındaki çıkar ortaklığı artık sır değil. İnşaat rantı kamu ihaleleriyle tesis edilir, bu rantın bir kısmı siyasal iktidar tarafından kendi takipçilerine bölüştürülür, bu rant sayesinde siyaset finanse edilir. İnşaat sermayedarları da siyasal iktidarın sözünden çıkmaz. Daha küçük ölçekliler de partisi fark etmeksizin belediyelerin sırtından geçinir, aynı tezgâh belediye ölçeğinde de kurulabilir.
İnşaat işkolunda 1 milyon 670 bin sigortalı işçi var. Sigortasızlarla sayı 2 milyonun üzerinde. Sigortalıların sadece 55 bini sendikalı. Sendikalılaşma oranı yüzde 3,3. O sendikaların da çoğu sarı sendika.
Dünyanın her yeri mi böyle? Değil elbette… Mesela Slovenya’daki bir televizyon kanalı Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden biri Cengiz İnşaat’ın Bosna’nın Zenika kentindeki şantiyesini gezmiş. Gezinin nedeni, yine Cengiz’in Slovenya’da aldığı bir tünel ihalesi. Slovenyalılar Cengiz İnşaat’ın Türkiye’deki çalışma koşulları hakkında haberlerin gündem olması üzerine endişelenmişler. Malum, 3’üncü Havalimanı onlarca işçinin ölümüyle sonuçlandı. Fakat Bosna’yı gezen Slovenyalı gazeteciler rahatlamışlar. Cengiz’in Avrupa’daki şantiyesini gezen gazetecilerin izlenimi şöyle:
İşçiler altı yataklı, ortak banyolu, temiz barakalarda kalıyorlar. Günde üç öğün sıcak yemek hazırlanıyor ve ortak bir yemekhanede sunuluyor. Üç ay çalışan işçi, 10 gün izin kullanabiliyor. Haftalık çalışma süresi ise 40 saat.
Avrupa Birliği’nde ihale alan Cengiz böyle çalışmayı da biliyor ama Türkiye’de böyle çalışmak zorunda değil. Çünkü Türk-İş ve DİSK’in de üyesi olduğu Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) verilerine göre Türkiye çalışma koşullarının en kötü olduğu 10 ülkeden biri. Belli ki, bu tablo bizim sermaye takımının işine geliyor. Bu koşulları yaratan düzene de sadıklar.