Türkiye’nin ihracatının yüzde 40’ı AB’ye. Yani milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her siyasi tartışmada gerilimi yükseltmekten iç siyasi çıkar beklenen AB ülkelerine yapılan ihracattan ekmek yiyor. Üstelik bu ilişki konjonktürel dalgalanmalardan göreceli olarak daha az etkileniyor.
Suudi Arabistan’la Cemal Kaşıkçı krizinde olduğu gibi Prens’in bir sözüyle kesilip bir sözüyle başlayan bir ticari ilişkiden bahsetmiyoruz. Belki Erdoğan’ın AB’yi bu kadar rahat hedef alabilmesinin sebebi ekonomik ilişkilerin daha kurumsal ve hukuk temelli olması. Avrupa’da bir liderin Erdoğan’a kızıp ‘Türk mallarını yasaklama’ gücü de yok, bunu temellendirecek rasyonel zemini de. Bu da istediğinizde sesinizi bu ülkelere karşı yükseltmeyi daha maliyetsiz hale getiriyor.
Dünyadaki üç büyük kredi derecelendirme kuruluşundan en üst not AAA alabilen 10 ülkeden Singapur hariç tüm ülkelerin Avrupa’da olması tam da bu hukuk temelli rasyonel ekonomik politikalar ve bunu destekleyen siyasal sistemden kaynaklanıyor.
Uzak ihtimal ama Türkiye’nin demokrasiye ve hukuk devletine yaklaşması ekonomik olarak belini uzun vadede doğrultabilmesini daha mümkün kılacak. NATO vesilesi ile gündeme gelen AB başlığının nihai hedefi olan tam üyeliğe gitmese bile ağır aksak ilerlemesi, karşılıklı kurumsal ilişki sisteminin çalışması her halükârda Türkiye’nin çıkarına olur.