Önceliği -bana göre- kesinlikle D vitamini alıyor. Bu bilgi yalnızca D vitamininin yaşamsal olmasından, neredeyse bedenimizdeki her hücre ve fonksiyon için vazgeçilmezliğini ömür boyu korumasından yani “OLMAZSA OLMAZ BİR SAĞLIK MUCİZESİ” yeteneğini haklı olarak taşımasından kaynaklanmıyor. Başka ayrıntılar da var, nedenine gelince…
Özellikle son yıllarda biraz da bize hayat şartlarının dayatması nedeniyle ciddi bir “D VİTAMİNİ AÇLIĞI” yaşadığımız kesindir. Nedeni ise ciddi boyutlara varan “güneşten mahrum olma” meselesidir. Hatırlayalım, D vitamini ihtiyacımızı sadece besinlerle karşılamamız, süt ürünü, yumurta, balık yiyerek D vitamini depolarımızı doldurmamız asla mümkün olamıyor. Besinler günlük D vitamini ihtiyacımızın en fazla yüzde 2-3’ünü karşılayabiliyor. Geri kalanını da cildimizi güneşle buluşturarak kendi bedenimizle üretmemiz -ki en doğrusu da budur- veya takviye olarak kazanmamız gerekiyor. Ne var ki yeni hayat bizi kapalı ortamlarda yaşamaya zorlayarak güneşten mahrum ediyor. Bu nedenle de yaş veya cinsiyet, ülke veya coğrafya fark etmiyor; insanlık alemi tüm dünyada muazzam bir “D VİTAMİNİ AÇLIĞI” içinde kıvranıp duruyor.