• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Sanatçı Aykut Öz: Heykelle barışamadık

19/06/2022 17:47

ŞULE TÜRKER

suleturker34@gmail.com

@suleturker34

Siyah Beyaz, ‘CAN’ adını taşıyan etkileyici bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Dört sanatçı; Aykut Öz, Ece Akay Şumnu, Kayahan Kaya ve Mahmut Temizyürek’in farklı performanslardaki eserlerinin yer aldığı sergi; Temizyürek’in, Andrey Platanov’un aynı adlı romanından aldığı ilhamla ortaya çıkmış. Roman, Sovyet Devrimi sürecinde yaşanan savaşta yetim kalmış bir çocuğun (Nazar) okuyup iktisatçı olduktan sonra, yaşayıp yaşamadığını bilmediği annesini ve halkını -Can Halkı- bulmak için çıktığı yolculuğu konu alıyor. Çölde aç susuz kalakalmış halkını ve annesini bulduğunda, insanların tek tek tükenmekte oluşuna tanık olan Nazar, kalanları yaşamda tutabilmek için canhıraş bir çabayla savaşır. Vahşetin dibine tanık olmuş kahramanın gördüğü insanlık durumu, canlarından başka kaybedecek hiçbir şeyleri kalmamışların trajik yaşantısıdır… Bu arada bir de dipnot düşelim; romanın yazarı ve eserleri yarım yüzyıl boyu yasaklı bırakılmış.

Can insanlarınınkine benzer acıları yaşayan milyonlarca yersiz yurtsuz göçebenin –ölü canların- varlığına bizlerin de tanıklık ettiği düşüncesinden yola çıkan Temizyürek, bu tema odağında bir sergi fikrini sanatçı dostlarıyla paylaşmış. Dört ismin akıllarında ve yüreklerinde hissettikleri ‘can’ temasını işledikleri eserlerinin yer aldığı sergi, işte böyle bir süreç sonunda ortaya çıkmış. Siyah-Beyaz’da 6 Temmuz’a kadar görülebilecek sergide; Kayhan Kaya’nın iki illüstrasyonu ve bir video çalışması, Aykut Öz’ün heykel düzenlemesi ve resmi, Ece Akay Şumnu’nun iki illüstrasyon ve heykel çalışması, Mahmut Temizyürek’in de can derdine düşen göçmenleri konu aldığı ‘Hür Kuşlar Tufanı’ şiiri yer alıyor.


Başkent Üniversitesi’nde stop-motion, kukla, sahne sanatları dersi veren, opera ve balede sahne ressamlığı yapan, müzikle de profesyonel olarak uğraşan ödüllü heykeltraş  Aykut Öz ile bu özel sergiyi ve farklı alanlardaki çalışmalarını içeren keyifli bir sohbet yaptık. Buyursunlar:

Önce en merak ettiğim şeyi sormak istiyorum; sergilerinizde ve farklı işlerinizde gördüğümüz elinde torbası, kabarık saçlı bu kadın kimdir, nasıl ortaya çıktı?

Esat Annesi

O bir Esat annesi. Zaten ben de ona ‘Anne’ diyorum. Küçük yaşlarımdan itibaren Esat’taki -orada oturuyorduk- kadınları gözlemledim; saçları genelde krepeli, kabarık yani, ellerinde alışveriş torbaları… O döneme gönderme yapan, benim de çok severek çalıştığım ‘anne’ler…

Anneler, tüketim toplumunun sembolleri gibi biraz, o nedenle kadın erkek tüm toplumu da temsil ediyorlar. Annelik kutsallıkla yüceltilirken, beraberinde kadınların omuzlarına ağır yükler de yükleniyor. Biraz bu yükün bir parçası olarak biraz da sosyalleşme ortamı gibi hissederek marketlere, çarşılara yöneliyorlar. Dediğim gibi bir anlamda da hepimizin tüketim alışkanlığının temsilcisi gibiler.

H.Ü Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümü mezunusunuz. Bununla beraber resim, sahne dekorasyonu, stop-motion çalışmalarınız da var. Farklı alanlarda üretimleriniz oluyor, hangisini kendinize daha yakın buluyorsunuz?

Heykel mezunuyum ama oldu bitti -küçük yaşlarımdan beri- resim, desen çiziyorum, çizmeyi seviyorum, çizerek düşünüyorum. Heykel mezunu olduğum için insanların bana yaklaşımında da benim kendime yaklaşımımda da illa heykel yapmalıyım gibi durumlar oluyor ama aslında olduğum şey heykeltıraşlık değil, tam anlamıyla ressamlık da değil. Sanatla uğraşan biriyim diyebilirim.

Aykut Öz

Sahne ressamlığı da yapıyorsunuz…

Evet, opera ve balede. Ekip olarak çalışıyoruz, 6 kişiyiz. Sahnelenen opera ya da bale eserinde sahnede gördüğünüz ne varsa bizim atölyemizden çıkar. Dekoratörün çizimleri üzerinden çalışırız.

Aranızda opera bale sevmeyen var mı?

Şahsen ben opera düşkünü değilimdir pek, klasik müzik severim ama opera yerine modern dans daha çok ilgimi çekiyor, yeni bir üretim var orada. Opera ve balede genelde klasik, temel eserler üzerinden gidiyor. Tabii son derece yenilikçi anlayışta yeniden ele alınan klasik, son derece başarılı eserler de var. Onlarla karşılaştıkça ilgiyle izliyorum.

Yıllardır sahnelenen klasik eserler var.  Bunların dekorları o uzun yıllar içinde yıpranıyordur, yenisi mi yapılıyor böyle durumda rötuş mu?

Çoğunlukla rötuş yapıyoruz. Çok eski dekorlar var, biz bu işe girdiğimizden beri kullanılan aynı dekorlar oluyor. Yıllarca tutan eserlerde aynı dekorlar kullanılıyor, bazen dekoru yapan kimdi anımsanamıyor ya da yeni bir dekoratör yorumlayarak elden geçiriyor. Bazen o kadar çok rötuş yapıyoruz ki kat kat üst üste gelen boya katmanları ile dekor ‘yamalı bohçaya’ dönebiliyor.

Opera bale dışında sahne ressamlığı yaptığınız oluyor mu?

Zaman zaman kurum dışarıda tasarım yaptığım oluyor evet.  Son olarak Onur Yüce’nin ‘Kırmızı Lamba’ müzikalinin dekor ve afişini yaptım. Onur şimdilerde farklı bir eser üzerinde çalışıyor; Afganistan’da birden fazla kız çocuğu olan ailelerin onları erkek gibi yetiştirmeleri üzerinden, erkek kimliğine zorlanan kız çocukları hakkında bir hikaye. Bir Hip Hop müzikali olacak. Ben de dekorlarını yapacağım.

Stop motion çalışmalarınız da var, bunlardan bahseder misiniz?

Kare kare kukla canlandırma diyebiliriz. Üniversiteden beri bu konuya takık biriyim. Animsyonun daha zahmetlisi. Kuklalar hazırlıyoruz, her hareketi tek tek çekiyoruz, onlar birleştirilince canlandırma animasyona dönüşüyor. Zahmetli ama artistik hazzı yüksek bir iş. Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi, Çizgi Film Animasyon bölümünde bunun dersini de veriyorum.

Ne zamandan beridir ders olarak var ve gençlerin ilgisi nasıl?

Animasyon bölümü kurulduğundan beri var, yanılmıyorsam 5-6 yıl önce kuruldu animasyon bölümü. Sahne tasarım dersi ve kukla teknikleri dersi de veriyorum. Gençlerin ilgisi ise bana göre gayet iyi. Çünkü kuklanın ya da stop motion’un tamam artistik hazzı çok ama sonuçta Türkiye’de iş olarak çok fazla bir karşılığı yok. Ayrıca üretimi zahmetli.

Siyah Beyaz’da karma sergide sizin eserleriniz de yer alıyor. ‘CAN’ı siz nasıl işlediniz?

CAN; bir tek canları kalmış, canından başka bir şeyi olmayan, yersiz yurtsuz insanları konu alan bir sergi. Ben biraz farklı yaklaştım; günümüz dünyasında herkes kendi canının derdinde, herkes kendiyle meşgul. Kırmızı Başlıklı Kız masalından yola çıktım; Orada kötü karakter, kurtarıcı, mağdur var. Ben başka bir oyun yaptım; kim iyi kim kötü belirsiz. Havada -tam anlamıyla havada asılı eserler- ve hepsi birbirine bağlı, bir çarkın dişlilerinin parçaları gibi.

Sergideki heykel çalışması

Heykel çalışmalarınızdan bahsedelim; kentin farklı yerlerinde farklı türde eserleriniz var. Benim favorilerim Don Kişot heykelleriniz…  

Rosinenta’nın -Don Kişot’un atı- kuyruğunu koparmışlar! Yenisini yaptım, yakında takacağım. Kadına yönelik şiddet konusuna dikkat çekmek için yaptığım vitray heykelimi de Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda sergilenirken kırmışlardı. Kötü bir niyet aramamaya çalışıyorum.

Kuyruğu koparılan Don Kişot heykeli

Anıtları heykel olarak görüyoruz

Artık kimse ‘içine tükürmüyor’ ama yine de diğer sanat dallarına oranla vatandaşlarla arasında bir mesafe var sanki?

Heykelle barışamadık. Bize biraz geç gelmiş. Uzun süre de Atatürk heykeli dışında başka da bir şey görmemişiz. Bu yüzden de anıtsal bir bakış açımız var heykele. Anıtları heykel olarak görüyoruz.

Heykeli sergi salonlarından, üniversitelerden biraz daha dışarı; parklara, meydanlara çıkarıp belki üretim aşamasından itibaren insanlarla iç içe olmasını sağlayabilirsek bakış açısı da anlayış da farklılaşabilir.

Hacettepe Üniversitesi’nde -yanılmıyorsam ikinci sınıftaydım- 19 Mayıs haftasında Güvenpark’ta bir çalışma yaptık. Güvenpark bilirsiniz pek park gibi değildir, bir tarafta minibüs durakları diğer tarafta tam bir karmaşa, kaos… Büyük bir ağaçtan kulak çıkartıp, içinden kan akıttım. Ben çalışırken onlarca insanla diyaloğa girdim, farklı mesajlar çıkartan, soru soran anlamaya çalışan insanlarla. Bence bu tür etkileşimler çok kıymetli.

Heykelin sadece anıttan ibaret olmadığı, farklı amaçlarla yapılabildiğini anlamaları için karşılaşmaları gerekiyor insanların. Parklar çok önemli bence. Mümkün olduğunca buralarda bizlerin, üniversitelerin katılmalarıyla yerel yöneticilerin etkinlikler düzenlemeleri faydalı olur düşüncesindeyim. Bazen böyle hoyratça -şişe atıp kırmak gibi- davranışlar olabiliyor, ‘ne yapalım’ deyip, devam etmek lazım.

Bir tarafta uluslararası niteliklerde eserler görürken, diğer tarafta devasa karpuz, çay bardağı, mısır gibi ya da ünlü isimleri yansıtan ‘ürkütücü’ çalışmalarla karşılaşıyoruz. Eserler arasındaki makas neden bu kadar açık?

Farkın sebebi, bizim kültürümüzün içine girememesi, sirayet edememesi. Bunun içinde eğitim sistemimizin, sanat eğitimine yaklaşımı da var. Eşim eğitimci ondan da biliyorum, görsel eğitim de müzik eğitimi de yanlış veriliyor bizde. Yani illa flüt çaldırmak, 23 Nisan resmi çizdirmek değil sanatla ilgili eğitim. Sanatın aslında bir anlatım aracı olduğunu, onun bizim hayatımıza ne gibi katkıları olabileceğini, sadece dekoratif bir şey ya da müziğin fon müziği olmadığını anlatan bir eğitim olması gerekiyor, öyle bir eğitimimiz yok maalesef. Biraz biraz genç hocalar bunu yapıyorlar şimdilerde ama bu alanda olmamız gereken noktada değiliz.

Bir de tabi büyük bir ülkeyiz. Hem ekonomi dağılımı, hem eğitim dağılımı eşit değil. Herkes her yere gidip çalışmak istemiyor.

Bahsettiğiniz şeyleri yapanlar işin eğitimini de almamış, amatör insanlar. ‘Sen yaparsın koçum’ şeklinde gazla yapanlar var. Yapmaya cüret ediyorlar çünkü oradan gelecek paraya ihtiyaçları var, hepsinin de severek yaptığını zannetmiyorum. Aslında ben onları yaptıranlara da kızmıyorum, yaptırması kötü niyetli değil; berbat bir şey koyayım diye yapmıyor, kendince güzelleştirmek istiyor ama bilmiyor.

Bugüne kadar heykel diye sadece Atatürk büstünü, ya da bunları görmüş kişiler var. İnsanları da hemen karalamamak, yaftalamamak gerekir. Bizim biraz daha aktif olmamız gerekiyor. Sergi salonlarına herkes gelmiyor. Sanatçı olarak sergi salonlarında yaptığımız işlerin tadı başka. Ama parklarda, semtlerde de olmalıyız. Bizim de bir araya gelip yerel yönetimleri belki ‘iteklememiz’ gerekiyor. Bu işin eğitimini böyle yapmalıyız. Umuyoruz ki MEB’de erken yaşlarda- ilkokuldan itibaren-  çocukları sıkmadan bu alanda eğitimleri verir. Zira üniversite bunun için çok geç oluyor.

Siz niye heykeli seçtiniz?

Ben ilkokuldan beri çiziyorum, çok seviyordum. Hatta annemler korkmuştu çocuğun başı belaya girecek diye. Şanslıydım, ilkokul öğretmenim beni çok destekledi. Onun desteğiyle iki sene kursa da gittim, sonra da hiç bırakmadım. Babam ziraat mühendisiydi, DSİ’de çalışıyordu. Ben de ilk sene fizik bölümünde okudum ama sonra ayrılıp, heykele geçtim. Pek mutlu olmamasına rağmen sonradan beni destekledi.

Ece Akay Şumnu’nun ‘CAN’ sergisindeki eseri

Rodin, heykeli anlamayı ormanda ağaçlara bakarak, yollarda, bulutların oluşumunu gözlemleyerek okul dışında her yerde öğrendiğini söylemiş. Sadece okulda öğrendiklerine bağlı olmuyor değil mi?

Kişiye çok bağlı. Kişinin kendi gayreti çok önemli sanat eğitiminde. Öğrencilerime de söylüyorum bunu. Doğadan çok şey öğreniyorsunuz. Bakmayı öğrendikten sonra da -bakıp görmemek var- bakıp seçip almak onu başka bir şeye çevirmek, ona bir anlam yüklemek… Sanat oradan çıkıyor.

Bir taraftan metal/rock müzik yapan bir grubunuz var, bas gitar çalıyorsunuz. Müzik hayatınızın neresinde?

Hacettepe’de farklı bölümlerde okuyan arkadaşlardık. Benim o yıllarda başka bir grubum vardı. Yıllar sonra onlar -Sceptic Age- yeniden biraraya geldiklerinde ben de dahil oldum.

Müzik bayağı zihin açıcı, hayatımda hep önemli bir yer tuttu. Üniversite sonrası beş yıl hayatımın odağındaydı, ancak sonra iş ile birlikte aynı tempoda götüremeyeceğimi anladım. Dolayısıyla müziği rölantiye aldım. Bir de resim tutkum çocukluktan geliyor, çalışırken kendimi çok daha rahat hissediyorum, her şeyi yapabilirim gibi geliyor. Şu anda Ankara’nın eski metal gruplarından Dr. Skull’ın albümüne bir parçayı cover yapıyoruz. Bizim grubumuzun da yeni besteleri var, onlar üzerinde de çalışacağız. Yavaş yavaş yeniden ısınmaya başladık diyebilirim.

Kategori:Diken özel, Sanat

SON HABERLER

YouTube, videoların en çok izlenen anlarında reklam gösterecek

YouTube, yapay zeka desteğiyle videoların en çok etkileşim alan anlarından hemen sonra reklam gösterecek.

Rus heyeti başkanı: Hedefimiz uzun vadeli barış

İstanbul’daki müzakerelerde Rus heyetine başkanlık eden Vladimir Medinski, Ukrayna’yla uzun vadeli barışı sağlamayı hedeflediklerini belirterek “Heyetimiz olası çözüm yollarını bulma niyetinde” dedi.

Erdoğan: Biz Bahçeli'yle ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Biz sayın (MHP lideri Devlet) Bahçeli’yle ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz” dedi.

Türkiye birinci sırada: Çocuklar telefonsuz yapamıyor

Türkiye’de 15 yaş grubundaki 10 çocuktan üçü, dijital cihazlara erişimi kesildiğinde kendini huzursuz hissediyor.

10 yıllık araştırmayla kanıtlandı: Ay'ın iki yüzü farklı

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), 10 yıllık çalışmayla Ay’ın Dünya’ya yakın ve uzak yüzünün farklı olduğunu ortaya çıkardı.

İstanbul-Diyarbakır gazetecilik hattı: Polis ablukası, dayanışma ve otobüste 43 saat
Galeri açılışında İmamoğlu'nun özel koleksiyonu sergilendi: 103 sanatçıdan 400'ü aşkın eser

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 753 gündür hapiste

YAZARLAR

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

Yeşil zeytini neden yemedin Sait?

Ayhan Tinin

Editör eksikliği fazlalık yaratır

Mustafa Dağıstanlı

Anne dediğin başlangıçtır

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Dilsiz bir ülkenin çığlığı

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

Murat Sevinç

Silmek isteseler de silemezler

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

GÜNÜN 11’İ

Ege Cansen: Devlet, halktan zorla para toplama tekeline sahip kamusal örgüttür

Nevşin Mengü: Suriye'ye Norveç'ten siyasetçi ithal edilemeyeceğine göre gerçekçi olmak lazım

Alaattin Aktaş: Türkiye neredeyse hâlâ iktisat teorilerini test etmekle meşgul

Mehmet Y. Yılmaz: Şiddeti, polisin temel taktiği hâline getirirseniz, kimse polise saygı duymaz

Hediye Levent: Suriye'nin de İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecine dahil olması beklenebilir

Bülent Timurlenk: Galatasaray karşısında kendisinden iki sıklet daha aşağıda bir takım vardı

Akif Beki: PKK'nın silah bırakma kararı bile tek başına ekonomi şahlandırmaya yetmeliydi

Feride Kara: Takımlarımızın Süper Lig'de birbirlerini kırıp Avrupa'ya çıkınca yokları oynaması ülke futbolu açısından düşündürücü

Orhan Bursalı: AKP'nin Kürt oylarına ihtiyacı var

Sefer Levent: Markalarla AVM'lerin kavgası yeni değil

Zeynep Altıok Akatlı: '6 yaşında çocukla evlenmek caizdir' diyen sapkın pedofiliyi koruyorlar

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×