Türkiye, hatalı Suriye politikasında bugün de ısrar ediyor. IŞİD’e karşı dünya ile işbirliği yapacağına, gene ‘Esed şartını’ öne sürüyor. Türk askerinin, IŞİD ile sınırlı kalsa dahi, kara harekâtının bir parçası olması tehlikeli. Bu terör örgütünün Türkiye’de uyuyan hücreleri olduğu düşünüldüğünde, iç güvenliğimize yönelik tehdidin boyutları daha iyi anlaşılabilir. Ama görüyoruz ki, Ahmet Davutoğlu–Tayyip Erdoğan’ın emir ve komutası altında- Esed’e yönelik bir savaş başlatmaya kararlı. CNN’in ünlü muhabiri Christian Amanpour’a yaptığı açıklamalar bu istikamette: “ABD, Esed’in peşine düşsün. Biz de kara harekâtına katılırız” diyor.
Öyle ters bir mantık ortaya koyuyor ki, şaşırmamak mümkün değil. Başbakan’a göre Esed’in Suriye’deki mevcudiyeti IŞİD’i besliyor. Oysa tam tersine. İç savaş yüzünden Esed, ülkenin tümüne hâkim olamadığı için, bir başka ifadeyle merkezi yönetim zayıfladığı için, IŞİD kök salabildi. ‘Esed devrilsin de kim devirirse devirsin’ düşüncesi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı Sünni ülkeleri, radikal dinci unsurları para ve silahla beslemeye sevk etti. Aynı tabloyu Irak’ta da görüyoruz. Saddam’ın devrilmesinden sonra, Irak parçalanmaya aday bir ülke haline geldi. Müstakil devlet kurma iştahları kabardı. Dolayısıyla IŞİD, bir yönüyle Arap Baharı’nın, bu baharı desteklemek üzere bölgeye müdahale eden Batılı güçlerin, bir yönüyle de eski Irak Başbakanı Nuri El Maliki ekseninde gelişen mezhepçi politikaların ve de Esed’i ‘can düşmanı’ belleyen gözü kara Sünni politikacıların eseridir.