SİNEM SAL
Ceylan Ertem’i ilk dinlediğimde sanırım sene 2004’tü. ‘Kızılderili Ruhu’nu defalarca dinlemiştim. Hani sallandığında ‘bızık bızık’ diye ses yapan Discman’ler var ya onlarda. İstanbul’dan uzakta denizsiz bir şehirdeydim o zaman. Sonra yıllar ve yollar bizi bir araya getirdi. Bir tanıdım sevdim.
Dünyanın arşivine attığı kadınlardan biriyle aynı çağda aynı semtte yaşıyor olmanın zevkine vardım. ‘Yine de Âmin’ kitabımın adı onun albümünün adı oldu. Çünkü aynı sokaklardan, aynı yaralardan, aynı güzelliklerden besleniyoruz.
Işığı da karanlığı da kendinden bir kadın. Öveceksem öveyim. Neden mi? Ezilenlerin mücadelesine bir yumruk kaldırmaktan kendini alıkoymayan, sanatla özgürleşenlerin arasına kendisini katmadan duramayan bir müzisyen Ceylan.
Hatıraların kıymetini, kahkahanın enerjisini, müziğin şifasını, birlikteliğin gücünü, yaratmanın keyfini en iyi bilenlerden biri. Bana kalırsa onu dinlemek sol yumruğunu öfkeyle havaya kaldırdıktan sonra yavaşça indirip göğsüne koyup parmaklarını gevşetmek gibi.
Bir Kadıköy akşamında Ceylan’la fincanlarımıza çay doldurup dakikalarca kahkaha atıp kaydı kapattıktan sonra da efkarlanıp dertleştiğimiz günden kısa bir sohbet paylaşıyorum sizle. Okumayı bitirdikten sonra bir adet ‘Bırak Kendini’yi de masanın üstüne koyuyorum.
Üretirken arkadaşlarınla birlikte çalışmaya büyük önem veriyorsun. Ta en başından beri bu böyle. Bilinçli bir tercih değil mi?
Murat’la 16 yıldır birlikte çalışıyoruz ve ondan başka hiçbir bas gitarcıyla aynı sahne üzerinde yer alamadım. Cenk de keza öyle. Bütün hayran olduğum müzisyenlerde gördüğüm o komün, aynı isimlerle yol çizmek, yolculuğu sürdürmek durumu çocukluğumdan beri özendiğim bir şeydi.
Ve üstelik çocukken hep bir grupta şarkı söylemeyi hayal ediyordum. 70 yaşımda da aynı grupla müzik üretiyor olmak istiyordum. O yüzden Anima dağıldığında çok üzülmüştüm. Sekiz senedir beraberdik. Küçük bir depresyona girdiğimi hatırlıyorum. Sonrasında, Anima ile geçirdiğim sekiz sene boyunca, uzaktan platonik olarak aşkla izlediğim bütün müzisyenleri yanıma katıp, ilk albümde 40 müzisyenle birden çalışmam da aslında o yalnızlığı sevmemekten sanırım. Sonra ‘Ütopyalar Güzeldir’de biraz küçüldük ekip olarak. ‘Amansız Gücenik’te de kayıt aşamasında kalabalık olarak fena değildik. Bu sefer de 25 müzisyenle beraber bir yere kapanarak bu albümü yaptık. Müzikal birlikteliklerimin en az bir 36 yıl sürmesini isterim.
Amansız Gücenik’i Çeşme’de kaydettin, Yine De Âmin’i Gaziantep’te. İki farklı coğrafyada kayıt yapmak sence albüme nasıl işledi?
His olarak aslında benzedi. İstanbul’dan çıktığımız anda Çeşme’de de, Gaziantep’te de iç hız olarak epey yavaşladık. Tabii ki bir ‘yetişmeliyiz’ heyecanı vardı ama daha sakindik. Çeşme’de kayıt süreci bir buçuk ay sürdüğü için, sabahları gidip yüzüyor, akşamları yıldızları izliyorduk. Paha biçilmez bir kayıt süreciydi.
Yine De Âmin’de ben beş gün oradaydım ama bütün müzisyenlerin üç gün boyunca Antep’te olduğu bir kayıt süreci yaşadık. Oradaki fark da canlı çalınmasıydı. Yirmi beş insan birbirinin gözünün içine bakarak çaldı.
İki kayıt sürecinden de öğrendiğim şey bundan sonra İstanbul’da kayıt yapmak istemediğimdi. Ve keşke her albümü böyle canlı kaydedebilsek. Çünkü aslında Doğuluyuz, Asyalıyız ve Doğu’da bütün müzik türlerinde zamanı geri almak yoktur. O anı yaşamak vardır. O anda o müziğe akord olursun, enstrümanını akord etmekten daha mühimdir bu.
Ben dinleyicilerin bu albümde canlı çalındığını hissettiklerine, bu nedenle bu kadar sevdiklerine inanıyorum.
Kadınlarla bir arada olmayı seviyorsun. Albümde de hepsini bir araya toparlıyorsun. Bunu özellikle tercih ediyorsun değil mi?
Ezgi (Altıner), Yıldız (Tilbe) Abla, Sıla, sen, ben şeklinde beş kadın sözü var. Ve bir tane bile erkek sözü yok (gülüyor). Erkekler de işte çalarak, Taner Ceylan da resmiyle, lgbt bir birey olarak onun katkısı da başka bir yerden… Aslında kadın erkek diye ayırmıyorum. Ama tabii kadın hikayeleri anlatmak, kadın lafları edilmesi müzikte yeni sayılır aslında.
Son yirmi yıldır kadın şarkı yazarlarının sayısı artıyor, özellikle de son on yılda çok artıyor. Ben bunun çok işe yaradığını, bu kadar kadın hikayesinin dönmesinin kadınları anlamak, kadın olmayı anlamak noktasında da çok işe yaradığını düşünüyorum.
Müzik dinleyicileri arasında da çok fazla kadın var. Önümde bin kişi varsa ilk sıralardaki üç yüz kişi kadın.
‘Sistemin görüp görebileceği en büyük tehlike’
Orada bizi birleştiren ne sence?
Kadın atalarımızın yaşadıklarından gelen genetik durumlar da olabilir. Hala bir kadın olarak her alanda ciddiye alınmıyor olmak da olabilir. Aynı işi yaparken emeğinin karşılığını aynı ölçüde maddi ya da manevi olarak alamıyor olmak da olabilir.
Hala bir kadın müzisyenin adı prodüktör olarak yazdığında ‘hadi canım’ deniyor. Bu Björk olsa bile, bırak Elif Çağlar olmasını. Lauren Hill’in de dediği gibi, ‘kadınlara diva adını bulmuşlar, deha diyemedikleri için’. Oysa ki, o kadın, anne, şair, müzisyen, afro… Sistemin görüp görebileceği en büyük tehlike aslında.
Senin çocukluğun Adapazarı’nda geçti sanırım. Çocukken bugün yaptıklarını hayal ediyor muydun?
Ediyordum. Çocukken kendimle röportaj yaparmışım.
Hadi ya. Kendi kendine şarkı söyleyeni duymuştum da, röportaj yapanı duymamıştım.
Şarkı zaten söylüyormuşum da, o yetmiyor bir de röportaj yapıyormuşum (gülüyor). Dahası var. Bir kasete sesimi kaydedince analog fotoğraf çektirip, o fotoğrafın baskıdan gelmesini bekleyip, alıp onu kasetin üstüne yapıştırıp ‘Alın işte yeni albümüm’ diye dağıtıyormuşum.
Yazlığa gidiyoruz mesela, ben arabada ‘Evet, çok hoş bir turneydi, çok iyi geçti’ gibi bir yerlerden duyduğum lafları kafama göre kendi başıma söylüyormuşum. Artık neler hayal ediyorsam…
Kadınlarla dolu bir evdi değil mi? Onlar nasıl ilham verdiler?
Dedem hacca gitmeye karar verdi. Babaannemin onu bir odaya çekip ”Bak senin bir sürü kız çocuğun var ve sen Hacca gidiyorsun diye onların hiçbiri senin istediğin gibi giyinmeyecek ve davranmayacak. Sen ne istiyorsan yaşa ama buraya dönünce kimsenin hayatını değiştirmezsin” dediğini hatırlıyorum.
Bugün bakınca ‘vay be! yürü be babaanne’ diyorum! Çok fazla böyle hikaye var tabii. Birisinin kız çocuğu olacaksa evde şenlik havası eserdi, oğlanları çok fazla tatillere, gezmelere götürmezlerdi.
‘Bu kabadayı halleri bizi mahvediyor’
Neyi kaybettik de birbirimize sabır gösteremez, aynı olmayana tahammül edemez hale geldik?
Bence bu çok uzun süredir böyleymiş aslında. Şimdi ‘ya şu son on iki-on üç senedir keyfimiz kaçtı’ dersek daha önce neler neler yaşamış insanlara haksızlık ediyor oluruz. Memleketin doğusunda her zaman çok korkunç hikayeler yaşanmış. Ama işte şimdi de bu kabadayı halleri, bu dil bizi mahvediyor.
Onlar o kadar karalık ve korkunç konuştukça insanlar birbirine düşüyor. Kadınlar olabilir, Kürtler, Çerkezler olabilir, Roman kardeşlerimiz olabilir, ‘affedersiniz’ Ermeniler olabilir. Kardeşi kardeşe düşürme politikası iyice artık kararttı bizi.
Aktif bir hayvan hakları savunucusu olmaya ne zaman ve nasıl karar verdin? Kediciklerin ne zaman geldiler ve yaşamın nasıl değişti?
Benim çocukken hep babaannemlerde köpek vardı bahçede. Ben okula giderken beni okula bırakıp, orada bekleyip sonra beraber dönmeli bir ilişkimiz vardı. Hep hayvanlar beslenirdi ailede, çok sevilirdi.
İlk sahiplendiğim kedi Jaya, karda kalmış, tek başına, bir arkadaşım aradı. Gördüm o masum suratını, hemen aldım, altı sene oldu. Sonra Paco geldi, Salif geldi. Şimdilik üç kedilik bir ev. Ama bir çiftliğim olsun istiyorum.
‘Benim şifam orası, sahne’
Müzik seni nasıl eğitti peki? Korkularına iyi geldi mi?
Zor bir süreçti. Galiba bazen insanlar yaşadıkları için bir şeye sarılırlar. Bazen de bir şey yaptıkları için yaşıyorlardır. Ben galiba bunu yaptığım için yaşayabiliyorum.
Eğer şarkı söylemiyor, yazmıyor, paylaşmıyor olsaydım yaşayamazdım herhalde o hayat bilgisiyle ve o tecrübeyle. Çünkü çok zor tecrübeler geçti başımdan.
Her zaman benim şifam orası, sahne. Orada iyileşiyorum, orada kötüleşiyorum belki. Yaptığım albümler sonrası da biraz hayatım değişir. Ya bir ilişkimi bitiririm, ya taşınırım, ya ailemden biriyle koparım, ya yeniden bir araya gelirim… Çünkü yazarken o kadar fark etmiyorum, yazıp bitirdikten sonra ‘aaa ben böyle mi hissediyormuşum’ diye şaşıyorum. İnanamıyorum öyle hissettiğime bazen.
‘Saçmalama oğlum, aklım fikrim sende’
Nasıl kadınlar çıkıyor içinden aşık olunca? Kıskanç Ceylan mesela?
Kıskanç değilim hatta bazen hoşuma gidiyor. Ne kadar güzel, hoş bir kız benim birlikte olduğum adama ilgi gösteriyor diye (gülüyor). Kıskanıldığım zamanlar oluyor. Oralarda da ‘saçmalama oğlum! aklım fikrim hep sen de görmüyor musun’ diyerek sakinliği sağlıyorum. Gerçekten de birisiyle birlikteysem hep aklım onda. Öyle çapkınlık hallerim de yok. Yani o yüzden çok sorunsuz ve sıkıcıyım ilişkilerde…. (gülüyor)
Kadıköy’de yaşıyorsun ve buranın da kendine ait bir dili, bir müziği var. Sence neler etkiliyor da bu müzik, bu dil ortaya çıkıyor burada?
Bir kere burada insanlar daha evcil. Kadıköy’de kendi odalarında müzik yapan bir grup insan var. Biraz Ankara’daki, dünyanın kuzeydeki müzisyenler gibi… Ama beni şarkı yazarlığı anlamında Kadıköy’ün sound’u şu anda hala etkilemiyor açıkçası. Dinleyici olarak Kadıköy’den çıkan tüm işlere, hepsine bayılıyorum. Ama o kadar şehirli, kentli biri değilim ben hala bence.
Benim pek ayağım tür olarak da yere basmıyor. O yüzden tüm festivallerde varız. Caz festivalinde de, rock festivalinde de (gülüyor). Ayakların yere basmaması bence güzel, uçuşmak işte, toz gibi. Mutluyum da.
İlk zamanlarda çok eleştirilmiş olabilirim. ”Ne zaman tutarlı olacaksın, kendini bulacaksın” diyorlardı. Aslında bana sorarsan tutarlıyım bence. Bazen odan dağınıktır ama her aradığını bulursun ya. Bende de öyle. Her aradığımı buluyorum iç dünyamın sese dönüşen odalarında.
Bugünlerde ne avutuyor seni? Kitaplar, müzikler, filmler?
Beni galiba yine komedi filmleri, mizah avutuyor. Bir ara hastalık sebepli, şarkıcılığımla ilgili sorun yaşamıştım ve sürekli eski Türk filmleri, Devekuşu kabare, Zeki Alasya-Metin Akpınar, Kemal Sunal, Sadri Alışık filmleri, Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Cem Yılmaz, Ata Demirer izledim. Mizah dergilerini karıştırdım. Bunlar bana iyi geliyor.
Komedi filmleri iyi geliyor. Aşığım onlara. Kemal Sunal kahramanım benim. Ve eski tiyatro oyunlarının müziklerine de aşığım. Cem Yılmaz müthiş bir şifacı mesela, yaşadığı ne kadar güzellik varsa hak ediyor bana göre. Çok yaşasın! (gülüyor).
Hele de böyle bir dünyada, her taraf kapkaranlıkken bize iyi hissettiriyorlar ya, alkışların en büyüğü onlara gitsin.
Sen Türk filmi karakteri olsan kim olurdun?
Direkt aklıma Fosforlu Cevriye geliyor. Bir de Azize, Kara Gözlüm’de. Şarkıcı oluyor Türkan, Kadir İnanır da meçhul besteci. Benim sürekli müzisyenlere aşık olmam gibi. Zavallı Türkan’ı çok iyi anlıyorum.
Evet, Türkan Şoray olmak isterdim, her filmdeki Türkan Şoray. Müjde Ar da olmayı isterdim. Üstelik filmlerdeki Müjde Ar da değil, direkt Müjde Ar olmak isterdim.
Son olarak şu sıralar kendini kötü hisseden dinleyicilerine ne söylemek istersin?
Bekle, uğraş, çalış, o aydınlık günleri sen göremeyecek, başkası da görecek olsa, ona hediye et güzellikleri. Yeter ki umut et. O duayı etmekten vazgeçme. ‘Yine de Âmin’ , ‘Ütopyalar Güzeldir’ demekten vazgeçme. Ve kendini sev. Hayvanları sev. Doğayı sev. Zor da olsa insanları sevmeye çalış, herkesi dost bil.