Ne Kürtler umurunda, ne Aleviler, ne de Soma’da hayatını kaybeden ‘AK Partililer’. Ne Lice’nin yolunu bilirlerdi, ne Okmeydanı’nın arka sokaklarını ne de Soma madeninin kapısını… Toz bulutu indiğinde, yarın da bilmeyecekler, şüpheniz olmasın. Sonuçta karşı karşıya bulunduğumuz zihin yapısı ve zeka seviyesi “Seçimleri boykot edelim de başımızdaki adama bütün dünyada diktatör yaftası yapıştıralım” önerisine kadar gerilemiş durumdadır. Ya da “Soma’da ölenler AK Partili’ydi. Onlara müstehaktır” seviyesine kadar.
Büyük değişimlerde yönetilmesi en zor sorun; geleneksel olarak imtiyaz ve imkan sahibi olan sınıflara doğumdan itibaren gelen meşruiyetlerinin kaybolmakta olduğunu anlatabilmektir. Siyasal ve toplumsal meşruiyet ünitelerinin değiştiğini, yeni katılımlara açıldığını kabul ettirebilmek, değişim kararından daha güçtür. Türkiye tecrübesi bunu göstermektedir. Paylaşım ve bütün sınıfların eşit erişimi prensibine tümden itiraz eden kesimlerin psikolojisini yönetmek zorundayız. İktidara, ekonomiye, sosyal hayata garantili erişim üstünlüklerini adil bir şekilde paylaşmadıkları müddetçe bir demokrasiden söz edilemeyeceğini anlatmak, mesele budur.
Mesela, sandığa ve seçim hakkına saygı. Mesela, medyada çok seslilik. Mesela sivil toplum örgütlenmesinin gerçekten sivil olması. Mesela, toplumu oluşturan farklı kimlik ve fikirlerin farklı referansları olduğu gerçeği… Anlatmak zorundayız. Ülke yıkılsın ama iktidar bizde kalsın coşkusuyla öfke nöbetine tutulmuş olanlara bile bunları anlatmak zorundayız. Zira temel mesele, en az hasar ve en az gerilimle ülkenin rotasını demokrasi istikametinde tutabilmektir.