Ben Erich Auerbach’ın adını ilk defa 2007 yılında vefat eden, romanlarını Kürtçe’den Türkçe’ye çevirdiğim rahmetli Mehmed Uzun’dan duydum.
Mehmed Uzun ölümüne yakın son yıllarında İsveç’ten her gelişinde mutlaka beni de yanına alır, Bebek’e gider, “Arslanlı Konak”ın önünde durur, uzun uzun binayı seyrederdi.
Sanki orada unuttuğu bir hatırası canlanacakmış gibi, öyle kederli, öyle hüzünlü bakardı binaya.
Bir gün bana; “Héviya Auerbach (Auerbach’ın Umudu) adında bir roman yazmak istiyorum. Benim kahramanım tam 11 yıl boyunca aha şu apartmanda yaşadı, onun için her defasında buraya geliyorum” dedi.
“Kim ki bu Auerbach?” diye sordum.
Bebek Kahveye gittik, birer Türk kahvesi söyledik, başladı bana Auerbach’ı ve onun hakkında neden bir roman yazmak istediğini anlatmaya.
*
“Birkaç yıldan beri bu roman üzerinde çalışıyorum; bir yığın belge, materyal topladım, Auerbach’ın yaşayan asistanları dahil birçok kişiyle görüştüm, gezip dolaştığı mekanları dolaşmıştım.
Batı’da yaşamasına rağmen bir Doğulu olan, üstelik Kürtçe gibi dünyayla iletişim konusunda ciddi sorunlar yaşayan bir dille yazan bir yazar olarak,bir Batılı olan ve Batı edebiyatı ve uygarlığının en temel eserlerinden birisi olan Mimesis’i Doğu’da yazmış bir filoloğun hayat hikayesini çok merak ettim. Meraktan öte konu beni çok ilgilendiriyor. Eğer gerçek anlamda Goethe’nin ‘dünya edebiyatı’ hayaline inanıyorsak, Doğulu bir yazarla Batılı bir yazar arasındaki ilişki önemli bir ilişkidir.