Önce meydanlardan, okullardan, kültür ve spor merkezlerinden kazıdılar ismini. Baktılar ki, bir iki cılız sesten başka itiraz eden yok; ardından ikinci adım geldi. Ulusal bayramlar, kimi zaman hava muhalefeti, kimi zaman bir beldemizde meydana gelen sel, dolu ya da heyelan felaketi, kimi zaman da verdiğimiz şehitlerin yası bahane edilerek törenler, alanlardan küçük salonlara taşındı. Kurban olduğum ülkede felaketsiz gün var sanki. Sözüm ona yaslıydılar. O yaslı günlerde yakınlarına düğün yaptırmakta ve o düğünlerde boy göstermekte beis görmediler ama.
Alternatif kutlamalar falan olduysa da öyle güçlü bir serzeniş olmayınca üçüncü adım geldi. Artık zaferlerimizde de onun adını anmamayı gelenek haline getirdiler. Atatürk’süz Cumhuriyet Bayramı, Atatürk’süz Zafer Bayramı ve Çanakkale Zaferi kutlanmasına ne de alışır olduk.
Peki kimin sayesinde kazanılmıştı bu zaferler? Anlaşılan işe Rıfailer karışmış, bulutlar düşman askerlerini yutmuş, kafası gövdesinden kesilmiş evliyalar düşmanı helak etmiştir. Ne hikmetse Çanakkale’de ortaya çıkan bu evliyalar, Sarıkamış’ta, Yemen’de destek vermemişler halifenin ordusuna. Herhalde o gün çarşı iznine çıkmışlar.