Bizim milletin Arapça ile özel bir ilişkisi var; “özel” yerine “tuhaf” sıfatını da kullanabilirdik aslında. Halkımızın bir bölümü Arapça yazı görünce, laiklik elden gitti zannederken, diğer bir bölümü yerde Arapça gazeteden kopmuş bir parça bulsa öpüp başına koyuyor. Kafası karışık bir milletiz bu konuda. Araplarla ilişkiler konusu da öyle. Dini hassasiyetleri nedeniyle kendisini Araplara daha yakın hisseden çoğu insanda bile biraz tepeden bakma eğilimi vardır. “Biz gittikten sonra”, iki yakalarının bir daha bir araya gelemediğinden duyulan örtülü bir üstünlük duygusu.
Arap deyince tüyleri diken diken olanlarımız da eksik değil tabii. Birinci Dünya Savaşı’ndaki “ihanetten” de beslenen bir nefret duygusu. Bazılarımızın “ihanet” diye gördüğü şeye karşı taraftan bakanlar “milliyetçi bir bağımsızlık talebi” görebilirler oysa. Milletlerin tarihlerindeki olaylardan hiç etkilenmemeleri mümkün değil. Meselelere soğuk kanlı bir BBC haber spikeri edasıyla yaklaşamayacakları bir gerçek. Araplar ve Arapça ile ilişkimiz bu nedenle “yaralı.” Yaranın bunca zamandır iyileşmiyor olmasının nedeni de kuşkusuz kendi iç hesaplaşmalarımızı bitirip, huzura kavuşamamış olmamız.
Mülteciler Derneği’nin sitesindeki bilgilere göre Kilis, nüfusuna göre en çok “geçici sığınmacı” yaşayan ilimiz. Kilis’te 155 bin 179 Türk vatandaşı ve “kayıtlı” 68 bin 280 Suriyeli yaşıyor. Kayıtsız Suriyeli sayısının ne kadar olduğunu elbette bilmiyoruz. Yani sokakta yürüyen neredeyse iki kişiden biri Arapça konuşuyor, ana dili Arapça. Onun için Kilis’teki bir mağazanın iki dilli tabela kullanmasına hayret etmemek gerek, buna sinirlenmek ve “boykot edelim” diye ortaya atılmak ise iyice saçma. Sinirlenilecek birisi ya da birileri varsa onlar, başını sonunu düşünmeden Suriye’deki iç savaşa elinde benzin bidonuyla koşan Erdoğan yönetimi. Birçok icraatları gibi bu icraatları da öngörüsüzlük, cehalet ve ideolojik körlükle malul.