Milletin egemen olması ile devletin herhangi bir organının egemen olması aynı şey değildir. Çünkü, egemenlik, tanımı gereği en üstün, bölünemeyen mutlak iktidardır. Bu iktidarın soyut olarak “millet”e âit olması ile milletin temsilcilerinden oluşan bir organın çoğunluğuna âit olması arasında büyük farklar vardır.
Cumhuriyet, 1924 Anayasası ile birlikte bu farkı inkâr etmiş, egemenliği önce -tek parti döneminin “özgüveniyle” olsa gerek- TBMM çoğunluğuna vermiş, sonra bunun sakıncalarını görüp, 1961’de bu çoğunlukçuluğu sınırlandırma yoluna gitmiş ama, bir kez açılmış olan bu kapıdan şimdi, tek kişilik yürütme organının egemenliği anlamına gelen yeni bir çoğunlukçu anlayış geçmiş ve siyâsetin orta yerine kuruluvermiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, demokratik bir anayasal düzen için devrimin ve cumhuriyetin çelişkilerini gidermek, egemenlik-sonrası bir anayasal birliktelik tasavvur etmeyi gerektirmektedir.