LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
Vaktinde yapılacaksa seçimlere yaklaşık bir yıl kaldı. CHP’nin son Maltepe mitingi de gösterdi ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı giderek netleşiyor, hatta -bana göre- dönülmez bir noktaya doğru ilerliyor.
Siyasette bir yıl elbette çok uzun bir süre. Her şey değişebilir, yeni gelişmeler olabilir ama bugünden baktığımızda “Kemal Kılıçdaroğlu aday” diyebiliriz.
Kemal beyin olası adaylığı üzerinden sürdürülen tartışmalar var. Bu tartışmalardan biri; CHP liderinin cumhurbaşkanlığına aday olması halinde, bu durumun seçimi partiler arası bir iktidar yarışına dönüştürme riski.
Halbuki bu seçimin, filan parti ile falan partinin yarışından çok, ‘demokrasi mi otoriterlik mi?’ tercihine dönüştürülmesi gerekiyor.
Özellikle de CHP ile AK Parti arasında iktidar yarışına dönüşmüş bir seçim, ‘demokrasi mi otoriterlik mi?’ tercihinden çok, ülkeyi kimin yöneteceği yarışına dönüştürecektir ki ben de bunu riskli görenlerdenim.
Diğer bir tartışma konusu, Kemal beyin Alevi inancına sahip olması. Bu durumu da seçim için riskli görenler var. Bu riske dikkat çekenler, “Alevi biri cumhurbaşkanı olamaz” demiyor. Tam tersine, ‘Türkiye’nin bu tür kimlik, inanç, mezhep, yaşam tarzı üzerinden kurgulanan siyaset anlayışının yarattığı sorunları aşması, gerçek bir demokratik kültüre geçmesi’ gerektiğini söylüyorlar. Doğrusu ben de böyle düşünüyorum.
Fakat farklı bir durum var.
Bu seçim, kimin cumhurbaşkanı olacağının belirleneceği bir seçim değil.
Diğer yandan bu seçim, Türkiye’nin yıllara dayalı hastalıklı anlayışlardan kurtulmasının öncelik olarak görüldüğü bir seçim de değil.
Bu seçim, Türkiye’nin içinde bulunduğu karanlık kuyudan çıkıp çıkamayacağının, demokrasiye, hukuka yeniden dönüp dönemeyeceğinin, yoluna cumhuriyet felsefesiyle devam edip etmeyeceğinin belli olacağı bir seçim.
Bu nedenle muhtemel bütün riskleri hesaba katmak ve olabildiğince hassas davranmak gerekiyor.
Çünkü yaşanan bu ağır tahribattan sonra ülkemizin ikinci bir şansı yok.
Bu son şansı kimsenin heba etmeye de sorumsuzca harcamaya da parti kazanımı gözeterek bu ihtimali riske atmaya da hakkı olmadığını düşünüyorum.
Dikkat ettim Kemal beyin Alevi olmasının seçimlerde yaratacağı riske dikkat çekenler, ağır hakaretlere, Alevi düşmanlığı gibi ipe sapa gelmez yakıştırmalara maruz kalıyor.
İktidarda kural, hukuk, değer tanımaz bir siyaset anlayışı var. İktidarda kalmak için ülkede kullanmadıkları, harcamadıkları tek bir değer bırakmadılar. Seçim kazanmak için Abdullah Öcalan’dan bile medet umdular.
Böyle bir iktidarın yapabileceklerine dikkat etmek gerekiyor.
Ülkede yaşanan bunca yolsuzluğa, haksızlığa, hukuksuzluğa, yaşanan bunca yıkıma rağmen toplumun bir kesimini, inanç istismarıyla yanında tutmayı başaran bir iktidar var.
Aynı istismarı bu sefer mezhep üzerinden daha güçlü bir şekilde yapabileceği yönündeki uyarılar, “Alevi biri cumhurbaşkanı olmasın, olamaz” demek değil, bu muhtemel riske dikkat çekmektir.
Bu riski alıp almamak ayrı bir konu, böyle bir ihtimal yokmuş gibi davranmak ayrı bir konu.
“İktidarın seçimi bir mezhep yarışına dönüştürmesinin toplumda bir karşılığı olmaz” diyenler var.
Umarım yoktur, umarım Türkiye bu hastalıklı anlayıştan bir an önce kurtulur.
Fakat bunu diyenler -küçük bir ihtimal de olsa- iktidarın manipülasyonlarının toplumda karşılık bulması durumunda neyle karşı karşıya kalacağımızı hesap ediyorlar mı?
Küçük de olsa böyle bir risk alınmalı mı, alınmamalı mı?
Bence asıl cevap vermemiz gereken soru bu.
Hatta bu soruyu yoksulluktan kıvranan milyonlara, hukuksuzluk sonucu hapislerde çürüyen mağdurlara, ülkeyi terk etmek için yollar arayan gençlere, cumhuriyet felsefesini Türkiye için olmazsa olmaz gören herkese sormamız gerekiyor.
Böyle bir risk alınacaksa niçin alındığı da açıklanmalı.
Tekrar edeyim: Bu seçim, ülkemiz açısında hayati öneme sahip. Tekrarı, tamiri, sonuçları açısından toparlanma ihtimali olmayan bir seçim.
Bu seçim, ülkemizin hayata yeniden dönüp dönemeyeceğinin belli olacağı bir seçim.
Türkiye’nin bütünüyle bir Ortadoğu ülkesine dönüşüp dönüşmeyeceğinin belli olacağı bir seçim.
Bu seçim, toplumdaki demokratik kültürü test etme seçimi değil.
2015’in haziran ile kasım ayları arasında olanlar bize gösteriyor ki iktidarda varlığını sürdürmek için her şeyi yapabilecek bir siyaset anlayışı var.
Böyle bir risk yokmuş, normal bir seçim yapılacakmış, toplumda yüksek bir demokratik kültür varmış, adayların kimliği, mezhebi, inancı seçim malzemesi yapılmazmış, yapılsa da karşılık bulamazmış gibi davranmak, bana göre durumu hafife almaktır.
Belediye başkanlığı seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun camide Kuran okumasını, “Ne yapalım toplum dindar insan istiyor” diyerek gerekli görenler, iktidarın yapacağı muhtemel bir mezhep vurgusunun yaratacağı riske dikkat çekenlere ateş püskürüyor.
Diğer taraftan “Böyle bir risk yok” diyenler, bu durumun yaratacağı riske dikkat çekenlerden daha demokrat, daha özgürlükçü değil.
Hele böyle bir riske dikkat çekenlere ‘Alevi karşıtı’ demek, en hafif tabirle ayıptır.
Elbette kimileri böyle bir riskin olmadığını veyahut varsa da alınması gerektiğini söyleyebilir. Ama kimilerinin de bu riske dikkat çekip alınmaması gerektiğini söyleme hakkı var.
Kapalı kapılar ardında Kemal beyi adaylık için cesaretlendirenleri, aday olması için teşvik edenleri, daha şimdiden kampanya hazırlığı içinde olanları toplumun bilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Kimi muhalefet liderleri, araştırma şirketi başkanları, kanaat önderleri…
Muhtemel başarının da başarısızlığının da mimarlarının kimler olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Seçimlerden sonra bu isimler ortalığa saçıldığında, “Ben böyle bir şey yapmadım, ben yoktum” diyerek sorumluluktan kaçmak olmaz.
Bu önemli kararda kimlerin katkısı olduğunu bilmek en doğal hakkımız.
Çünkü bu seçim, sadece bir partinin değil, hepimizin, dahası ülkemizin geleceğinin belirleneceği bir seçim.