SEÇİL TÜRKKAN
secilturkkan@gmail.com/@secilturkkan
“Bir kahve mi tükettiniz?” sorusuyla kendime geliyorum. Kahve değil, soru ayıltıyor beni o sabah. Mimas topraklarındayım. Mitolojide Tanrı Zeus’un savaştığı Mimas isimli devi, yenemeyeceğini anladığında kızgın madenlerle dağın altına gömdüğü ama yine de toprakların o devin adını aldığı yer, yani Karaburun yarımadası. Bu yıl “Ne Yapmalı?” temasıyla toplanan Karaburun Bilim Kongresi’nin 13.’sünü izledik.
Karaburun yarımadasına İzmir’den bir buçuk saatlik bir mini-otobüs yolculuğuyla ulaşıyorsunuz. Etrafınız maki ve dağlarla çevrili, 15 deniz mili uzağınızda Foça’yla karşı karşıyasınız. Burası 13 yıldır ağırlıkla eylül ayı başlarında, sosyal bilimler akademisyenlerini, öğrencilerini ve meraklılarını ağırlıyor. Adına Karaburun Bilim Kongresi deniyor.
Karaburun’un tarihi Prehistorik, yani yazı öncesi zamana kadar uzanıyor. Yapılan araştırmalarda Çataltepe bölgesinde M.Ö 5 bin yılına ait kalıntılar bulunmuş. Aynı zamanda M.Ö 11- 12. yüzyılları içinde kurulan İon kentlerinden biri olan Erithrai’nin içine dahil olan yerleşim alanlarından da biri. Antik Yunan Yazarı Homeros’un eseri Oddysea’daki Rüzgârlı Mimas’ı (Windy Mimas) kongre için bulunduğumuz Karaburun topraklarını oluşturuyor. Mimas, mitolojik tanrılarla savaşan gigantlar yani devlerin başında yer alan ve tanrı Zeus’u çok zorlayan Mimas adlı devin, üzerine erimiş demir, çelik ve bakır dökülerek öldürüldüğü ve bir daha uyanmamak üzere yarımadanın yüzde 13’ünü Bozdağ’ın altına gömüldüğü hikâyesine dayanıyor. Tanrı gazabına uğrayan Mimas’ın sesini duyuyorum, “Ne yapmalı?” diye soruyor.
‘Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar!’
Kongre, ‘Karaburun Gündelik Yaşam, Bilim ve Kültür Derneği’ tarafından düzenleniyor. Her sene değişen tema, bu yıl Vladimir İlyiç Lenin’in ‘Ne yapmalı?’ eserinden ödünç alınmış. 1-4 Eylül arasında kongreden hemen önce yapılan ve 9 ayrı dersten oluşan Karaburun Ekonomi Politik Okulu (KEPO) katılımcıları kongreye hazırlarken, 5-9 Eylül tarihleri arasında da kongre başladı. KEPO’yu düzenleyen ekipten Dicle Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Dr. Ersin Vedat Elgür, “Türkiye akademisi içinde artık yer bulamayan, yer bulsa dahi çalışmalarını paylaşamayan, bilgi üretim sürecini örgütlemek isteyenlerin alanı olmak istiyoruz. KEPO’da bu kongre modeli üzerine geliştirmeyi düşünürken denediğimiz, birebir, tartışmaya açık ya da tartışma yaratmayı hedeflediğimiz bölümlerden biri” diyor.
Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Kalkınma Bölümü’nden emekli barış akademisyeni Prof. Mehmet Türkay ise Bilim Kongresi’nin başlangıç hikâyesini 2006’ya götürüyor. İzmirli genç bir akademisyen ekibin çabalarıyla, ‘bilim-iktidar’ ekseninde başlayan tartışmalar, bugüne gelmiş. Kongrenin sloganı o günden bu yana aynı, Theodor Adorno’nun mirası: “Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar.”
Mekân olarak Karaburun Yarımadası’nın seçilmesi Börklüce Mustafa nedeniyle. Tarihe göre bu topraklar ilk komün faaliyetlerini de yaşatan mekanlardan biri. Prof. Türkay yıllar geçtikçe yerlerini biraz daha gençlere bıraktıklarını, kendilerinin geride durmaya başladıklarını anlatıyor. ‘Sürece Karaburun’lu olanların da katılımını sağlamak’ öne çıkan hassasiyetlerden biri. 13 yıl içinde bu biraz başarılmış, yer yer de ‘tam olmamış’ demek mümkün. Fakat çaba baki.
Turizm ve kongre ‘birlikteliği’
“Tam da olmamış” dememizin nedeni şu; Karaburunlular, kongreye biraz ve ‘sadece’ turizm gözüyle bakıyor gibi. Zira sezon tam kapanmışken, bölge aşağı yukarı önü arkasıyla birlikte en az 10 günlüğüne yeniden hareketleniyor. Dolmuşlar, oteller, restoranlar, bakkallar çalışmaya devam ediyor. Kongreye içkin hissetmemelerinin nedeni tartışmaların ve sunumların yer yer spesifik ve teorik kalması olabilir. Bu yılın açılış konuşması “Herkes İçin Gıda!” olunca, Karaburunlular konuşmaların içinde, kalabalık bir ekiple bir aradaydı. Konu müşterek bir mesele olunca, pratikte değişiyor. Öte yandan Karaburun Gündelik Yaşam, Bilim ve Kültür Derneği yerelle bağ kurmak ve korumak için önemli bir adım olma özelliğini sürdürüyor.
Koridordan uzak, denize yakın
Karaburun deyince akademisyenler için alışılan kongre dünyasından uzak bir yapıdan bahsediyoruz. Katılımı için para vermediğiniz, isterseniz Bodrum Koyu ya da gizli saklı pek çok koya çadır kurabileceğiniz ya da yerel ekonomiye can verebileceğiniz, üniversite koridorlarındaki snopluktan uzak. Katılanlar için Tatil, Tartışma ve Tanışma’nın iç içe olduğu yılın son dinlencesi anlamına da geliyor.
Bu yıl kongre boyunca 70 bildiri sunuldu ve 27 oturum düzenlendi. Fakat öne çıkan şey belki de programa serpiştirilen 7 Çalışma Grubu oldu. Gruplar, geleneğe dönüşme yolunda olan kongrenin içindeki bir viraj gibi gözüküyor. Zira bu yıl çalışma gruplarının önemli ölçüde verimli geçtiğini konuştuğumuz hemen herkesin gözlemlediğini görüyoruz. Birebir tartışmalara açık, katılımcı ve konuşmacı hiyerarşisinin silindiği, sonuç odaklı, forum benzeri bir yapı. Artık bir toplantının yönünün ne olacağı, kurduğu tartışma düzeni ile de anlaşılıyor. Çalışma gruplarından Kooperatifler ve Müşterekler bulundukları açık hava toplantı mekanları yeri nedeniyle de kamuya en açık ve katılımın, tartışmanın sonuç odaklılığın en çok gözlendiği oturumlardan. İnsanların ve özellikle gençlerin kooperatiflere ilgisi gerçekten ilgi çekici.
Nergis’ten Bodrum’a giden yol
Karaburun Belediye binası, Gençlik Merkezi ve bir otelin toplantı Salonu’nda yürütülen sunumların havası da ilgi çekici. Zira herşeyden önce camlardan baktığınız zaman ya ağaçları ya da deniz görüyorsunuz. Bu çok karşılaştığımız bir gerçek değil. Katılımcılar oturumlardan sonra ya da öncesinde Nergis Kafe’de buluşuyor. Nergis çiçeğinin, Karaburun’da yetiştiğini buraya konuyu dağıtmak pahasına eklemeliyim. Kafe günün her saatinde pek çok insanı ağırlıyor, bir buluşma merkezi haline geliyor. Arkadaş, eş, dost görmek, oturumlarda yarım kalan tartışmalara bitirmek ya da yeni olanlarına başlamak için şahane bir nokta. Kasada çalışan arkadaş bana bir sabah para ödemeye gittiğimde soruyu şöyle soruyor: “Bir kahve mi tükettiniz?”
Bu, kongreye geldiğiniz zaman yabancısı olacağınız bir soru ya da bir sohbet için başlangıç cümlesi. Karaburun açıkça zihin zihin açıyor.
Gündüz favori mekan Nergis Çay Bahçesi iken, nispeten sosyal bir akşam geçirmek isteyenler için mekân bu kez çadırların da kurulduğu aşağıdaki yani Bodrum koyundaki Bodrum Kafe. Genelde kongre boyunca sosyal hayatın belirleyicisi olan bu koy ve oturumların yapıldığı merkez tepe arası ulaşım ya yürünerek ya da otostopla sağlanıyor. Üç otostopumuzun üçünde de insanlar bizi gideceğimiz yere kadar yollarını değiştirmek pahasına bıraktılar, biri bizimle bademlerini paylaştı. İnsan iyi hissediyor.
Bu yıl kurulan çadır sayısı 100’e yakın. Rakamın ve ilginin geçen yıllardan çok olduğu söyleniyor. Genç sayısı ve yeni yüzlerin oluşu sıkça konuşulan konulardan. Bana kalırsa kongrenin sunum yapmalı düz formu günümüzün ilgi çekici formlarına dönüştükçe gelecek genç ve insan sayısı da artacak. Akademinin kalbi burada atıyor!
Günümüz akademisi ve Karaburun Bilim Kongresi elbette, ihraç edilmiş akademisyenleri ile birlikte yapılıyor. Geçtiğimiz yıl arka arkaya çıkan gece yarısı KHK’larından biri meselâ, Karaburun zamanına denk gelmiş. Ertesi günün oturumlarından birinde konuşacak hocaların çoğu ihraç edilmiş, o günde hızlıca bir forum organize edilmiş. Aslında Karaburun ihraç edildiğini öğrenmek için iyi bir yer.
Burada ihraç değil, muhreç deniyor. Kongrenin düzenleme kurulu 24 kişiden oluşuyor, 11’i ise muhreç durumda. Kongrenin başladığı gün açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Ocak 2016’da 1028 akademisyenin ‘Bu suça ortak olmayacağız!’bildirisini imzaladığını, bu kişilerin 378’ine dava açıldığını ve 268’inin ilk duruşmalarına çıktığını hatırlatıyor. Karaburun’un başlangıç tarihi, Barış Akademisyenlerinin yargılanmasına adli tatilden sonra başlandığı zamanla aynı gün. Akademisyenlerin 18’i haklarında kesinleşmemiş bir yılı aşan cezalar aldı. Prof. Hamzaoğlu, açılışta olağan sakinliğiyle “Bizler onlarız, onlar bizler!” diyor.
‘Muhreç’ akademisyenin Dilemması: Aslında fena olmadı!
Balık baştan kokar. Düzenleme Kurulu’nun bu ‘halde’ olduğu bir ortamda, katılımcıların profilini sezinleyebilirsiniz. Dokuz gün boyunca Karaburundayız. Birbirimize denk geleceğiz. Burada insanların birbiriyle tanışması kolay. Konu kolayca “Ee sen ne yapıyorsun?”a geliyor. “İhraç edildim, atıldım, imza atmıştım işte ben” tanışma aşamasında sık duyduğunuz cümlelerden.
Konuştuğum akademisyenlerden biri, bu durumun fena bile olmadığını belirtiyor. Önce atandığı sonra verdiği imza ile atıldığı Tunceli Üniversitesi’nden ama esasen şehirden resmi olmayan adıyla söylersen Dersim’den üç yılın sonunda biraz sıkıldığından bahsediyor. “Ben sıkılmaya devam edip akademide bu halde kalmayı da sürdürecektim. Sonuçta yıllarca sıkılmış olacaktım. Tam zamanında atılmış olabilirim” diyor gülerek. Ona göre en büyük dert pasaportlarına el koyulmuş olması. “Bu ufkunu kapatmak istemesi ve seni buraya hapsetmesiyle ilgili” diyor. Pasaport hadisesi bir gece sonra yaşı biraz daha ilerde olan akademisyenler için de tartışma konusu olacak. Bir başka genç akademisyen ise meselâ, pasaportun önemli bir konu olmadığını düşünüyor.
Diğer bir akademisyen üniversiteden atılmasına büfeden alınan ve gerçekten pek iyi olmayan bir şarap eşliğinde konuşurken, ‘iyi’ yanından baktığını anlatıyor. Önce İTÜ’den atıldığı tarihi karıştırıyor, sonra atılmanın üretmeye faydası olduğunu söylüyor. Bir web sitesine yazılar yazdığını, yayınevinde çalıştığını bir de. Sohbetin aralarında etrafımızdaki arkadaşlara “Gel gel şahane Karaburun şarabım var” diyor arada. Biz onun plesebo etkisini insanlar üzerinde denediği konusunda çoktan anlaştık. O yüzden ne zaman birini çağırsa gülüyoruz “Olsun” diyor: “Aslında iyi ama ya, ahahaha…”
Peki Karaburun şarabı var mı? Bölgede yaşayan arkadaşlarımız evlerde şarap yapıldığını ama ‘turistler’ olarak kolayca bulamayacağımızı söylüyor. Yapılan şaraplar evlerde, dostlarla içiliyor. O şaraba ulaşabilmek için Karaburun Bilim Kongresi’ni ilk kez izlemekten daha fazlası gerekiyor, biliyoruz.
İklim Karaburun’da da değişiyor
Üzümler bu sıcakta nasıl olur? Yarımada bu yıl çok sıcak. İklim değişikliğinin İsveç’te havanın 32 dereceyi görmesi ve orada da rutin deniz sezonunun açılmasıyla birlikte, 2018’i bir mihenk taşı olarak ele almak şart. Bu yüzden Karaburun için de bir not düşmeliyiz. Burası burun olduğu için özellikle Eylül ayında bunaltıcı sıcak olmamasıyla biliniyor, ama sıcak işte. Belki bu yüzden sivrisinek sayısı da çok.
Yarasalar azalırken RES’ler
Karaburun’da devam eden bir diğer mücadele Rüzgar Enerji Santralleri (RES). Kent Konseyi verilerine göre, yarımadada yapılması planlanan projelerle alanın yüzde 71’ini RES’ler kaplayabilir. Şimdiye kadar yapılmış santrallarin yarattığı ilk etkiler ise yarasalara verdiği zarar olmuş. Yarasalar ki zeytin ağaçlarının etrafına yerleşen zararlıları yiyormuş. Fakat yarasaların ölmesiyle birlikte, şimdi zeytin ağaçları zarar görüyor. Öte yandan RES’lerin sesi, bölgeyi bir süre sonra çorak hale getirebiliyor. Bunu Karaburunlular anlatıyor.
‘İmar Barışı’ üç buçuk katıyla geldi
RES bir inşaat ekonomisi de demek. Karaburun yarımadasında gözle görülür şekilde artan emlakçı sayısı bölgenin geleceği hakkında bu bağlamda ipuçları verir durumda. Dolmuşlardan birinde konuştuğumuz ve dışardan gelen bilim kongresi kalabalığına pek de anlam veremediği anlaşılan bir emlakçı bölgede bu ara arazi ve arsa satışının ön planda olduğunu söylüyor. Çünkü imar barışı denen yasayla beraber Karaburun’a da artık 3 buçuk kat imar izni verilmiş. Kongre misafirleri geçen yıldan bu yana dahi gözle görülür bir fark olduğunu belirtiyor.
Bir akşam uydu kanallarının olduğu televizyonda hızlıca kumandayı tuşlarken karşılaştığım bir program Karaburun’da önümüzdeki yıl daha çok inşaatla karşılaşma ihtimalimiz olduğunu da ortaya koyuyor.
Anadolu Dernek TV isimli kanal, canlı yayında ‘Kırklareli’de, Yüksek Hızlı Tren Projesi’ne yakın’ argümanlarıyla 42 bine arsa satıyor.
“İnsan boş zamanı içinde insanlaşır” diyor Marx. Biz bu cümleyi Prof. Ahmet Haşim Köse’nin ‘Sınıf Mücadelesi’ dersinde, KEPO’da konuşuyoruz. Sonra konferansın akşamlarındaki ‘boş zamanlardan’ biri geliyor. Praksis Müzik Kolektifi Nergis Kafe’de konser veriyor. Birkaç ay içinde çıkacak yeni albümlerinden parçalar çalıyorlar. Ama esas konser herkes dağılmadan önceki son gece, sürpriz bir biçimde başlıyor. Ekip Bodrum Koyu sahilinin bir köşesinde, ‘Tekmeye Kafa’ isimli albümlerinde yer alacak ‘Bazen’ adlı şarkıyı söylüyor. Onlar sözlerinde “Bu dünya olmamış hiç, yıkıp yapmalı baştan” önerisiyle geliyor.
Lenin’in ‘Ne Yapmalı?’sı aramızda dolaşıyor. Bodrum Koyu’nda Karaburunlular o gece biz şarkılarımızı bitirdikten sonra oturdukları yerden müziği açıp bir şarkı söylemeye başlıyor; “O Bella Çav Bella, Çav Bella Çav Çav Çav”
Bizim dev Mimas, gömüldüğü yerden mutlaka sesleniyor;
Ne yapmalı?
Bu dünya olmamış hiç, yıkıp yapmalı baştan
O bella çav bella çav bella çav çav çav!
Mimas’la, 14. Kongrede buluşmak için sözleşiyoruz.