NUR BANU KOCAASLAN
Bundan iki yıl önce çıkan torba yasayla doktorasını altı yılda tamamlayamamış öğretim görevlilerinin işine son verilmeye başlanması yurt genelinde ‘asistan dayanışmaları’ doğurmuş, üniversiteler ile asistanlar arasında hukuki bir mücadele başlamıştı.
Bu vakaların yaşandığı kurumlardan biri de İstanbul Teknik Üniversitesi’ydi (İTÜ). Doktorasını tamamlayarak 33/a kadrosuna başvuran ve başvurusu bölüm kurulunca oy birliğiyle kabul edilmesine rağmen işine son verilen araştırma görevlileri işe iade ve 33/a kadrosuna geçiş istemiyle dava açtı.
Davalar lehte sonuçlandı. Tüm asistanlar işe geri döndü. İkisi hariç: Aykut Tunç Kılıç ve Hüseyin Mercan.
Lehte verilen dava kararına rağmen 58 gündür atamaları yapılmadı iki asistanın.
radikal.com.tr yazarı Ezgi Başaran’ın bu asistanların durumu dahil İTÜ’de olup bitenleri yazdığı yazısı, İTÜ Rektörü Mehmet Karaca’nın başvurusuyla sansürlendi.
Diken’in ulaştığı İTÜ Rektörü Mehmet Karaca, iki asistanın durumuyla ilgili yorum yapmayacağını belirtirken, Başaran’ın yazısıyla ilgili sürecin de devam ettiğini söylemekle yetindi.
Bahsi geçen İTÜ asistanları Aykut Tunç Kılıç ve Hüseyin Mercan’la iki yıldır yaşadıkları süreci konuştuk.
Rektörlüğün argümanı İTÜ’ye yurtdışı doktoralı getirmek

Hüseyin Mercan ve Aykut Tunç Kılıç Fotoğraflar : Nur Banu Kocaaslan
Başından itibaren süreci özetlerseniz eğer, neler yaşandı, nasıl başladı?
Aykut Tunç Kılıç: 2012’nin sonunda başlamış bir süreç. YÖK’ün eski torba yasayla çıkardığı bir kural var. Kural altı yılda doktorasını bitirememiş asistanların okuldan ilişiğinin kesilmesi. 2012’nin Kasım’ında 81 kişinin atılması bu kararla gündeme geldi. Bu insanların çok küçük bir kısmı bir ölçüde daha güvenceli 33/a kadrosuna geçirildi. Çünkü rektörlüğün o dönem koyduğu kriterler vardı. Büyük bir çoğunluk bu kriterleri aşamadı.
Şunu da ekleyelim, mahkeme bu kriterleri iptal etti. Fakat sonradan anladık ki mesele kriter meselesi değil, rektör bir bütün olarak 33/a’ya geçişleri engellemek istiyor. Daha sonradan 33/a başvurularını işleme bile koymamaya başladı.
Celal Şengör’ün Ezgi Başaran’a yazdığı mektupta, 10-15 yıl burada doktora yapıp devletin parasını çarçur eden asistanlar gibi bir ifadesi var. Atılanlar 10-15 yıldır doktorasını bitirememiş insanlar değil. Atılanların bir kısmı altı yılda bitirememiştir. Öyle dahi olsa onun da sebepleri var ama uzun uzun anlatmayalım. Ama altı yıldan uzun olması 15 olduğu anlamına gelmiyor. Bir ortalama var.
Nedir bu ortalama?
A.K: İTÜ için 7.7 ve bu İTÜ’nün eğitim sistemiyle de alakalı.
Bir asistan neden doktorasını altı yılda bitiremez peki?
Hüseyin Mercan: Sadece doktorasıyla ilgilenmiyor araştırma görevlisi ya da sadece akademik çalışmalarıyla, araştırmalarıyla… Bir dolu idari işle de ilgilenir araştırma görevlisi, angarya işler diyebileceğimiz. Derse girmek, kağıt okumak, gözetmenlik yapmak vs. gibi farklı farklı bir dolu yükümlülüğünüz var.
İTÜ’den ibaret de değil bu, her okulda sistem böyle değil mi?
H.M: Evet evet.
A.K: Sonradan bu atılanların profiline baktığınızda atılanların bir çoğu altı yılda doktorasını bitirmiştir. Rektörlük itiraf etmek zorunda kalıyor, popülist bir yaklaşım sergilemedik diye. Argümanı peki ne rektörün? yurtdışından akademik personel getirmek. Yurtdışında doktoralılar İTÜ’ye gelecek, siz de başka bir okula gidin… Kalitenin kriteri ‘yurtdışı doktorası’.
Üniversitelerdeki sorunun kaynağı asistanlar değil
Bu durumda İTÜ kendi yetiştirdiği asistanlara, öğrencilere güvenmiyor mu?
H.M: Meselenin özünden çıkmamak gerekiyor. Üniversitelerde elbette sorunlar var, bilim yok, akademik üretim yeterli değil, doğru. Ama bu sorunların kaynağı asistanlarmış gibi gösterilmesine karşıyız. biz başından beri bunları onlara anlatmaya çalıştık. Gelin konuşalım, sorunu demokratik yöntemlerle çözmeye çalışalım ve yolumuza devam edelim dedik. Ama bizi dinlemediler, çünkü niyet başka.
Nedir niyet?
A.K: O açıklamaları yapan Celal Şengör İTÜ’nün genelini görmüyor. Ben size söyleyeyim gelenlere bakıyorsunuz; Fatih Üniversitesi, Sabahattin Zaim Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi’nden İTÜ’ye şu an paraşütle kadro yağıyor. Rektör Karaca, tek otorite… Kimi isterse o İTÜ’de öğretim görevlisi oluyor. Celal Şengör’ün dedikleri bu yüzden doğru değil.
Evet Hüseyin’in dediği gibi elbette sorunlar var üniversitelerde ama en aşağıdaki insanları, kariyerinde en çok desteklenmesi gereken zamanda kıyıma uğratarak bu sorunları çözemezsiniz, çözemiyorlar da zaten.
H.M: Şu an İTÜ’de çok açık bir yönetim krizi var. Bazı bölümlerde laboratuvarların yapılamadığını, uygulamaların düzenli gerçekleştirilemediğini duyuyoruz.
Neden?
A.K: Çünkü deneyim aktarımını ortadan kaldırdılar, yani bir kuşağı yok ederek hocaların asistanlarına aktardıkları deneyimi anlamsız hale getirdiler.
H.M: Bir sistemi, yerine alternatifini getirmeden ortadan kaldırırsanız sistem çöker. Onun alternatifini düzenlemeniz gerekiyor. Bu dünyada da böyle.
‘Onlar gelirse bana muhalefet artar’ diye düşünüyor

Tartışmaların odağındaki İstanbul Teknik Üniversitesi
Neden diğer asistanlar alınırken, size bu süreç yaşatılıyor? Karaca’nın bir ‘öğretim görevlisi profili’ yerleştirmeye çalıştığını söylediniz, bu durumda siz nasıl profillersiniz öğretim görevlileri olarak?
H.M: Karaca davaları böyle kaybedeceğini tahmin etmiyordu. Dava sonuçları art arda asistanların lehine geldi. Baktı ki daha da sarpa saracak, mesele bize gelince rektör için durum biraz kritik bir hal almaya başladı. Çünkü biz bu iki yıllık eylemlilik sürecinde İTÜ’de muhalefeti örerken temsilci olarak öne çıktığımız bir yapı vardı. Dolayısıyla ‘Bunlar gelirse bana karşı muhalefet yine artar’ diye kendince bir görüşe inandı.
A.K: Kendisi de diyor zaten ‘siyasi’ diye. Mesela bunlar ‘ideolojik’tir diyor.
Siyasi misiniz peki, ya da bu süreç ‘siyasi’ mi işledi?
H.M: İTÜ’lü asistanlar homojen bir yapı değil ki her şeyden önce. Türlü farklı siyasi görüşten insan var. Bunu bir hak mücadelesi olarak ördük başından beri. Üstelik bizim hiçbir metnimizde de böyle bir şey bulamaz. Manipüle etmek için yapıyor.
Rektörün bu yaptığını şöyle de yorumlamak gerekiyor. Diğer insanlara da bak eğer sen de böyle davranır sivrilirsen, ben de bir şeyler yaparım mesajı vererek sindirmeye çalışıyor. Diğer insanlara da ‘Evet onlar hep görünüyordu, onlara bunu yaptı’ diye düşündürerek geri çektirmeye çalışıyor.
Mesela en çok dayandırdıkları nokta bunun bir yönetim kurulu kararı olması. Ama kurulda rektör ne derse o oluyor.
Neden?
Çünkü aksini söylerseniz projeniz varsa o iptal olur. Kadro verilmez, mesela diyelim ki bir öğretim görevlisine doçentlik vermeyi sunuyorsunuz, kadro verilmiyor. Bunlar çok yaşanıyor her okulda. İnsanlar da siniyor.
Size olan destek nasıl o zaman bu durumda?
A.K: Ürkmeyen, korkmayan hocalarımızdan tabii ki destek alıyoruz.
‘Rektör bizi bir türlü anlamak istemedi’
Sadece asistan dayanışmasında sivrilmenizden mi kaynaklandı bu durum yoksa öğrencilerle ilişkileriniz de etkili oldu mu bunda? Son birkaç senedir öğrenci muhalefeti de çok yükseldi ve her okulda hoca-öğrenci dayanışmaları örüldü, yani İTÜ’de hazzedilmeyen insanlar mısınız özetle?
H.M: İTÜ’de öğrenci muhalefeti, asistan dayanışmasıyla güç buldu, öncesinde o kadar güçlü değildi ama iki senelik süreçte çok güçlü bir toparlanma oldu. Bizim durumumuzdan güç almaları bizim için sevindirici bir şey ama rektör buna o kadar da sevinmiyordur sanırım çünkü kendisi için bir muhalefet olarak görüyor.
Neden?
A.K: Rektör taleplerimizi bir türlü anlamadı, anlamak istemedi. Bizim ortaya çıkışımızı kendisine bir muhalefet olarak gördü, eski rektörle ilişkilendirdi. Durumun öyle olmadığı sonra ortaya çıktı.
Karaca’nın İTÜ’ye gelişi öğrenciler için de şok oldu. Gelişinin ilk icraatında ODTÜ’yü kınayan bildirinin altına imza attı, öğrenciler isyan etti. Gezi’den sonra dikilen fidanları söktü, ‘Başka bir yere diktik’ dedi ama öğrenciler gidip baktığında fidanları bulamadılar. İnsan zekasıyla dalga geçen bir durum var. Üstelik bunu siteden duyurdular önceki akşam ama doğru değil.
‘Mezuniyeti iptal etmedik, yerini değiştirdik’ diyor ama iptal edildi. Bir sene önce 5 bin insan ona sırtını döndüğü için. Hürriyet’e açsın baksın o dönem çıkan habere. İTÜ’nün tarihine sürekli yuhlanan bir insan olarak geçecek.
Sizin durumunuza geri dönelim. Diğer üniversitelerde de 2012’deki düzenlemeyle sizinle aynı süreci yaşayıp şu an da akademik çalışmalarına, işine geri dönmeyi bekleyen var mı?
A.K: Kalmadı ki. Diğer okullarda 33/a kadrosuna alımlar sorun olmaktan çıktı artık. Bunu yaşayan biziz.
‘Bilimin önündeki engel biziz, evet’

Başaran’ın yazısına bir mektupla yanıt vererek tartışmaya katılan İTÜ’lü akademisyen Celal Şengör
Şengör’ün önceki gün çıkan yazıda bahsettiği ’10-15 yıl boyunca devletten doktora yapıyorum bahanesiyle maaş alan’, okula tekrar dönme kararıyla ‘üniversite kalitesine darbe vuran’ gibi ifadelerin kaynağı siz misiniz o zaman? Öyle bir analiz var ki sanki siz ikiniz İTÜ’de bilimin önündeki tek engelsiniz…
A.K: Bilimin önündeki iki engel evet biziz. İstanbul Üniversitesi’nde 33/a alımları yapılıyor, bırakın iptal etmeyi. Marmara Üniversitesi’nde bu sorun hiç yaşanmadı. Yıldız Teknik’te artık rektör bölümlerin inisiyatifini tanıyor. Diyor ki ben Boğaziçi, ODTÜ gibi olacağım. Ama orada gelenek bu, onlarca yıldır öyle şekillenmiş sistem.
Boğaziçi’nde doktora yapıyorsanız, Türkiye’de kendinizi başka bir okulda hoca olmaya hazırlarsınız. Boğaziçi’nde kalmak istiyorsanız yurtdışına gidersiniz. İTÜ gibi 240 yıllık bir geleneği olan ve çoğunlukla usta-çırak ilişkisiyle kurulmuş bir eğitim sistemini bir günde bıçak gibi kesemezsiniz. Kesince bunlar olur işte.
Neler olur İTÜ’de?
H.M: Yeni gelenler sahiplenmiyor eğitimi bizim gibi, rutin işleri yapıyor sadece. Burayı bir geçiş noktası olarak görüyor. Yapayım da gideyim diyebiliyor. Hocalar da bundan rahatsız. Çünkü usta-çırak ilişkisi kalmadı. Hocalar bu ilişkiyi olumsuz bir şey olarak görmüyor zaten İTÜ’de, bizi yetiştirmek olarak görüyor. Şu zamana kadar bu dersleri verdi, bundan sonra da bunları verecek diye stratejik planlarında bile yer alır bu.
‘Şengör ‘Ben demiştim’ demek için dahil oldu’
A.K: İTÜ’nün diğer hiçbir bileşenini dinlemeden, ortak demokratik çözüm yolu alınmadan uygulanan bir şey bu. Zaten mesela Celal Şengör’ün o yazıyı yazmasının sebebi de bu. Ben ‘Türkiye’de üniversite yok demiştim’ demek için Mehmet Karaca’nın arkasında duruyor. Sadece ‘Üniversite yoktur bu ülkede’ demek için yazdı o yazıyı. Mehmet Karaca da aynı şeyi söylüyor; ‘İTÜ’de bilim yapılmıyor’.
‘Bilim yapılmadığından yakınan rektör üşenmedi TİB’e gitti, yazıyı kaldırttı’

İTÜ Rektörü Mehmet Karaca
Peki İTÜ’de bilim yapılmadığından yakınan bir insanın bir internet portalında kendisi hakkında çıkan bir yazı hakkında mahkeme kararıyla erişim durdurma kararı aldırması çelişki değil mi?
A.K: Bu soruyu lütfen Mehmet Karaca’ya sorun. Bu kadar ‘Bilim yapılmıyor’ diyen ve buna önem veren bir insan olarak, bu kadar bağnazca ve sansürcü bir biçimde yazıyı engelletmesi mantıklı mıdır sorun lütfen.
Muazzam baskıcı bir zihniyetle karşı karşıyayız. İki yılda türlü türlü açıklamalarla bazı şeyleri gizlemeyi bir yöntem haline getirdi. Görüyorsunuz işte Ezgi Başaran’a yaptığı da böyle, bir gazetede kendisini eleştiren bir yazı çıkıyor, üşenmiyor TİB’e gidiyor, karar çıkartıyor ve yazı kaldırılıyor.
H.M: Celal Şengör hep şunu söylerdi, ‘Ya bu öğrenciler her şey için eylem yapıyor da bir tek eğitimin kalitesi, bilimselliği için eylem yapmıyorlar.’ O zaman şöyle bakalım. Bilimselliğin içinde tarafları dinlemek vardır. Celal Şengör muhtemelen Karaca’yı çok kereler dinledi ama bizi bir kez olsun dinlemedi. Bizim ne dediğimizi, asistanların neler yaşadığını bilmiyor. Bilimsellikten bu kadar dem vuran bir insan böyle davranamaz.
A.K: İdeolojik olan biri varsa Karaca ve Şengör ideolojik. Tarafgir bir zihniyetle, sadece kendi dediğinin doğru olduğunu söyleyen bir düşünce sistemi bu.
‘Ezgi Başaran’ı yalnız bırakmayız’
Herhalde siz ikiniz teksiniz bu konuda, bir rektör iki asistanla ilgili bir yazıyı ‘sansürletiyor’?
A.K: Asıl ironi burada zaten, mahkeme kararını uygulamayan rektör hukuka başvuruyor, hukuktan medet umuyor. Bizi bu süreçte korkutamamış bir gazeteciyi mi korkutacak yani? Ezgi Başaran’ı yalnız bırakmayız, Karaca bunu bilsin.
H.M: Karaca’yı elitistler, Ezgi Başaran’ı biz savunuruz. İTÜ’de de bilimi onlar değil, biz savunuyoruz.
Peki şu anki duruma geri dönelim yeniden. Mahkeme 33/a kadrosuna alınmanızı söyledi ama 58 gündür okul bununla ilgili adım atmadı değil mi?
A.K: Türkiye’de hukuk varsa, şu an rektörlük anayasal suç işliyor. Bundan sonra yapacağı tek şey, gerekçeli kararı uygulamaktır. Gerekçeli karar ne diyor: 33/a’ya geçişi reddeden işleminin iptali. Önceki akşam ikimizin de isminin geçtiği bir açıklama yapıldı Ezgi Başaran’ın yazısının ardından İTÜ’nün sitesinde.
‘Zorbalık’
Ben, YÖK’ün altı yılı geçen asistanları çıkarması yönündeki kararına da dava açmıştım. Genel olarak, mahkemeler bu davada bizi değil YÖK’ü haklı buluyor. Ama ben 33/a kadrosu için açtığım davayı kazandım. Rektörlük ‘İki ayrı karar var biz bunu nasıl uygulayacağımızı bilmiyoruz o yüzden YÖK’e soruyoruz’ diyor. Elmayla armut. Zaten ben 33a’ya geçmiş olsaydım bu davayı açmaz ve hayatıma kaldığım yerden mutlu mesut devam ederdim. Bana yaptığı şey uzatma. Ama Hüseyin’e yaptığı tam anlamıyla zorbalık.
Ne yapıyor size, niye zorbalık?
H.M: Bölümden görüş istiyor yeniden. Ama bölümden görüş isteyemez. Çünkü dava kararı var. Bölüm bundan önce benim hakkımda zaten olumlu karar verdiği için dava kazanıldı. Diyelim ki bu sefer bölüm benim hakkımda olumsuz karar verdi. Ne olacak? Bu durumda mahkeme kararı mı geçersiz olacak? Mahkeme kararının üstünde bir şey olamaz ki, atama yapılmak zorunda. Yaptıklarının hukuksuz olduğunu bildikleri için dekanlığa yeniden değerlendirme isteğini telefonla soruyorlar.
Ama sizin hakkınızda zaten bir olumlu karar var…
A.K: Bazı idare mahkemeleri yeniden değerlendirme isteyebiliyor. Mahkeme yeniden değerlendirme kararı isterse bölümden bunu yapabilirler ama bizim gerekçeli kararımızda yeniden değerlendirme istemiyor bölümden. Bu öğretim görevlilerini atayın diyor. Ne yapmaya çalışıyor? Bir taşla iki kuş. Hem mahkeme kararını uygulamış gibi görünüyor. Hem de bizi atamıyor. Kurum içi prosedür bu işte, yalan dolan. Bize bunu yaparsa bizden sonrakilere de bunu yapabilecek. Bir rektör düşünün ki göz göre göre yalan söylüyor.
H.M: Neden bize bunu yaptı, çünkü bizden öncekileri atadı zaten. Mesela önceki gün şunu öğrendik. Rektör Bey dün kararını vermiş, atamayı yapmayacakmış, danıştay kararını bekleyeceği söylendi bize.
Danıştay ne zaman karar verecek?
A.K: Danıştay kararı iki yıl sonra verilecek. YÖK derhal Mehmet Karaca hakkında disiplin soruşturması açmalı, açıkça anayasal suç işliyor. Kendisi de biliyor, er ya da geç yargılanacak.
Ahmet Davutoğlu üç açıklama yaptı: Üniversiteler özgür olacak, siyaseti dışlamayacak. İkidir vurguluyor; araştırma görevlilerinin özlük hakları iyileştirilecek. Ama araştırma görevlilerinin özlük haklarındaki tek sorun düşük maaşlar değil. Bu 50/d zulmünün bitmesi gerekiyor. Rektörlerin bu zulmünden bıktık. Türkiye’de hiçbir rektör bu YÖK sisteminde iyi değildir belki ama Karaca zulümde bir marka oldu artık. Üniversiteler Karaca gibilerle mi özgür olacak?
Celal Şengör en bilimsel rektör diyor ya, bence Karaca en gaddar rektör. Üniversiteleri böyle yönetemezler. İTÜ’de rektörden tek mutlu insan var o da Celal Şengör.
Bizden sonra bir arkadaşımız daha davayı kazandı ve onun da ataması yapılmayacak muhtemelen. Böyle giderse Karaca hakkındaki suç duyuruları ve davalar birikecek. Kendisine Kemal Alemdaroğlu’nun (eski İstanbul Üniversitesi rektörü) nasıl görevden alındığını hatırlatmak isteriz, bu şekilde, uygulamadığı dava kararları nedeniyle görevden alındı. Şimdi Karaca’nın ne farkı var Alemdaroğlu’ndan?
H.M: Biz zaten mücadeleyi sadece hukukla yürütmeyeceğiz. Eylemliliğimize devam edeceğiz. Okulda da çok ciddi bir memnuniyetsizlik var.