Ülkemizde herkesin Anayasa ile bir “derdi” var. Ancak anayasaların “hükmünü icra etmeleri” ancak belirli bir “hukuki, toplumsal ve siyasi iklim/zemin” varsa söz konusu olabilir. O da en genel tanımıyla hukuk devleti ve anayasaya saygı. Anayasa tartışmalarını başlatan ve ülkenin çeyrek yüzyılına hâkim olan siyasi iktidarın derdi ne peki? Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirmesi ile gollük pas haline gelen başörtüsü, aile ve LGBTİQ+ meselesi, laiklik mi? Erdoğan’ın tekrar seçilmesi, 50+1 oranının değiştirilmesi ya da parlamenter sisteme geçiş mi? Ya da 31 Mart sonuçları ve ekonomik yıkımın seçmen tercihlerinde etkili olmaya başladığı iklimi değiştirmek mi? Biri, birkaçı veya hepsi olabilir. Bence göz ardı edilmemesi gereken bir husus da iktidar, bürokrasi ve sermayenin Erdoğan sonrasına hazırlığı, bu bağlamda mevcut “kazanımlarını” Anayasal güvence altına alma istekleri. Ne de olsa AKP/MHP sonrası hiçbir iktidar bu kadar pervasız davranamayacaktır.
Burada AKP’nin anayasa ve yasalarla kurduğu ilişkiyi hatırlamak gerekli. AKP dönemi anayasacılığı “İstismarcı Anayasacılık, Askıda Anayasa” gibi kavramlarla açıklanır oldu. Hele söz konusu kanunlar ve yargı kararları olunca durum daha vahim. Detaylandırmaya bile gerek yok. Anayasa değişikliklerinin hepsinde izledikleri şablon (hatta suç yolu/iter criminis diyebiliriz) aynı: önce sistemi/kurumu işlemez hale getir, sonra bunun propagandasını yap, az konuşan ağır adamlarını ve “Lümpen Anayasacıları” (bu da benim Anayasa literatürüne katkım olsun!) sahaya sürüp süslü cümlelerle kamuoyunu ikna et, uzlaşmaz görünmekten ürken muhalefeti arkana tak ve amaca ulaş. Sonra yeri geldiğinde kendi değiştirdiğin kurallara bile uyma! Böylelikle anayasa dahil mevzuatımız kanunlar hiyerarşisinin alt üst olduğu bir “bulamaca” dönüştü. AKP/MHP iktidarının kadro ve zihniyet olarak bu tutumundan koptuğuna dair en küçük bir işaret yok. İşte 1 Mayıs, Can Atalay, Kobane Davası, Gezi Davası, basın özgürlüğü, akademinin hali…