Fransız iktisatçı Thomas Piketty, siyah Amerikalı George Floyd’un bir polis tarafından öldürülmesi sonrasında önce ABD, sonra Avrupa’ya yayılan ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı eylemlerin dikkat çektiği sorunların ‘çok önemli ve bir o kadar da komplike’ olduğu savundu.

Ataları köle olan vatandaşların tazminat talep etme hakkı olduğunu savunan Fransız yazar, ABD’de söz verilen ancak yapılmayan toprak reformunun ve Fransa ile Birleşik Krallık’ta köleliğin kaldırılmasından sonra devletin köle sahiplerinin zararlarını ‘kompanse etmesinin’ adaletsizlik olduğunu belirtti.
Kölelik sistemindeki adaletsizliklerin yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı sırasında zorla kamplarda tutulan Japon kökenli Amerikalılara ABD’nin savaş tazminatı ödediğini de belirten Piketty, köle tüccarlarının adını taşıyan sokakların ve dikilen heykellerin de tartışılması gerektiğini söyleyerek, ırkçılık ve sömürgeciliğin toplumda bıraktığı yaraların onarılabilmesi için ‘iktisadi sistemin değiştirilmesi’ gerektiğini savundu.
‘Irkçılıkla yüzleşmek, tarihi onarmak’

Piketty, Fransız Le Monde gazetesindeki köşesinde* şunları yazdı:
Son zamanların ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı eylemleri, sömürgeci ve köleliğe dayalı bir geçmiş için tazminat ödenmesi sorununu içinde barındırıyor. Bu sorun ne kadar komplike olsa da, ne ABD ne de Avrupa’da yanıtsız bırakılamayacak kadar önemli.
1865’te ABD İç Savaşı sona erdiğinde cumhuriyetçi başkan Lincoln zaferin ardından özgürlüğüne kavuşmuş kölelere ‘bir katır ve 40 akre arazi’ (yaklaşık 16 hektar) verileceği sözünü vermişti. O dönem ortaya atılan bu tazminat fikri, on yıllardır kötü muameleye maruz kalmış ve emeklerinin karşılığını alamamış kölelerin geleceğe özgür işçiler olarak umutla bakabilmesini sağlamak içindi. Eğer bu teklif kabul edilseydi, gerçekten eşsiz büyüklükte bir toprak reformu olacak, özellikle köle sahiplerini olumsuz etkileyecekti.
Ancak savaş biter bitmez verilen sözler de unutuldu, tazminattan bahseden hiçbir yasa geçirilmedi ve ‘bir katır ve 40 akre arazi’ tabiri Kuzeylilerin ikiyüzlülüğü ve aldatmacasının sembolü haline geldi (hatta yönetmen Spike Lee, ironik olarak kendi prodüksiyon şirketine bu ismi verdi). Demokratlar güneyin kontrolünü ele geçirdi ve 1960’lara kadar, yani bir yüzyıl daha ırk ayrımı politikalarını empoze etmeye devam etti. Bu süreçte asla bir tazminattan bahsedilmedi.
İlginçtir ki tarihte bu ayrımcılığın aksine bambaşka hikayeler de mevcut. 1988 senesinde ABD Kongresi, İkinci Dünya Savaşı’nda zorla kamplarda tutulan Japon kökenli Amerikan vatandaşlarına 20 bin dolar tazminat vermeyi kabul etti. Bu tazminat 1988 senesinde halen hayatta olan kişiler için geçerliydi (1942-1946 arasında kamplarda bulunmuş 120 bin Japon kökenli Amerikalının 80 bini hayattaydı) ve yaklaşık 1.6 milyar dolara mal oldu. Irkçı ayrım mağduru Afrikalı-Amerikalı vatandaşlara verilecek benzer bir tazminatın çok kuvvetli bir sembolik anlamı olacaktır.
Fransa’da olduğu gibi Birleşik Krallık’ta da kölelik yasaklandığında eş zamanlı olarak köle sahipleri hazine ve kamu tarafından kompanse edildi. Tocqueville veya Schoelcher gibi ‘özgürlükçü’ entelektüeller, köle sahiplerinin (yasal yollarla elde ettikleri) kölelerini adil bir tazminat ödemeden ellerinden almanın sonu olmayacak tehlikeli bir sarmala dönüşmesinden korkuyorlardı. Eski köleler, ancak yoğun emekleri karşılığında kısmi özgürlük elde edebiliyorlardı. Tek hakları bir toprak sahibi altında uzun dönemler çalışmaktı, çalışmayanlar ise aylaklık sebebiyle hapse atılıyorlardı. Buna benzer başka çalışma zorunlulukları çeşitli Fransız kolonilerinde 1950’lere kadar devam etti.
1833 senesinde Britanya’da kölelik yasaklanırken ülkenin milli gelirinin yaklaşık yüzde 5’i (bugünün rakamlarıyla 120 milyar avroya tekabül ediyor) 4 binden fazla köle sahibine ortalama 30 milyon avroya denk gelen tazminatlar ödendi ve bu ödemeler bugün de gözlemlenen birçok servetin kaynağı oldu. 1848 senesinde Réunion, Guadeloupe, Martinique ve Guyane gibi birçok Fransız kolonisinde de köle sahiplerine tazminat ödendi. 2001 senesinde köleliğin insanlık suçu olup olmadığı tartışılırken Christiane Taubira milletvekili meslektaşlarını ataları köle olan vatandaşlara tazminat ödenmesinin araştırılması için bir komisyon kurulması konusunda ikna etti. Bu araştırmayı özellikle toprak ve mal sahiplerin halen eskiden plantasyon sahibi olanların soyundan gelenler olması etkiledi.
Tartışmasız adaletsizliklerin en büyüğü o dönem Fransız köle sahiplerinin gözbebeği olan ve ‘Saint-Domingue’ diye bilinen, 1791’de isyan eden ve 1804’te Haiti adıyla bağımsızlık kazanan adada yaşandı. 1825 senesinde Fransız devleti Fransız köle sahiplerinin kaybettikleri köleleri kompanse etmesi için Haiti’ye milli gelirinin yüzde 300’ü kadar bir borç empoze etti. İşgal tehdidiyle karşı karşıya kalan adanın bu borcu ödemekten başka şansı yoktu. Bu finansal yük 1950’ye kadar Fransız ve ABD’li bankerlere ödenen refinansman ve faiz biçiminde Haiti’yi zorlamaya devam etti.
Haiti bugün itibariyle geçmişte ödediği haksız haraçtan dolayı Fransa’dan tazminat talep etmekte (bugünün değerleriyle faiz hesaba katılmadan 30 milyar avro) ve bu rakamın ödenmemesi için elle tutulur bir sebep yok. Fransız devleti hem Haitililerin 1825-1950 arasında köle olmaktan kurtulmak için ödediği borç hakkında konuşmayı tamamen reddederek, hem de iki dünya savaşındaki hak ihlalleri için tazminat ödemeyi kabul ederek çok ciddi bir adaletsizliğe yol açmaktadır.
Aynı zamanda köle tüccarlarının ardından adlandırılan sokak ve yapılan heykelleri de tartışmamız lazım, tıpkı Bristol’de eylemciler tarafından sökülüp denize atılan heykelde olduğu gibi. Tabii ki her zaman doğru ve yanlış heykeller arasında keskin bir çizgi çekmemiz mümkün olmayacaktır. Ancak tazminat ödemeleri konusunda olduğu gibi bu konuda da yasa ve kuralları adil bir şekilde düzeltebilmek için demokratik tartışma ortamına güvenmekten başka çaremiz yok. Tartışmayı reddetmek sadece adaletsizliğin devam etmesine yol açacaktır.
Bu zor ancak gerekli tazminat tartışmasının ardından geleceği de tartışmamız gerekir. Irkçılık ve sömürgeciliğin toplumda bıraktığı yaraları onarabilmek için iktisadi sistemimizi değiştirmeliyiz. Siyah veya beyaz fark etmeksizin, herkese kökenlerinden bağımsız bir şekilde eşit bir eğitim, çalışma ve mülkiyet hakkı sağlamalıyız. Bugünlerde farklı grupları bir araya getiren toplumsal hareketler, bu değişime büyük katkı sağlayacaktır.
*Çeviren: Efe Aydoğ