
MÜJDE YAZICI ERGİN
mujdeyazici@diken.com.tr
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), uluslararası sanat festivalleri düzenlemek üzere 1973 yılında kuruldu. 36 yıldır İKSV bünyesinde çalışan ve son 17 yıldır genel müdürlük görevini üstlenen Görgün Taner ile İKSV’nin iç yapısını, bu yılki festival programlarını, vakfın finansal işleyişini ve yerel seçimlerde siyasi partilerin kültür sanata ne oranda yer verdiklerini konuştuk.
Türkiye kültür sanat hayatında istikrar gösterebilen az sayıda ve en güçlü kurumlardan birinde 17 yıldır genel müdürlük görevini üstleniyorsunuz.
Evet 2002 yılında vakfın genel müdürlüğünü üstlendim ama aslında İKSV’ye adımımı 1983 senesinde, İstanbul Film Festivali’nde, o zamanki festival direktörü Hülya Uçansu’nun yanında çalışarak attım. Yani İKSV’nin ilk genel müdürü ve vakfın yaptığı birçok etkinliğin öncüsü olan Aydın Gün’le de çalışma fırsatı buldum. Sonuçta 36 yıldır buradayım, bu sürenin yarısını da kurumun en sorumlu mevkiinde geçirmiş oldum.
İKSV bir yanıyla kişilerden bağımsız bir kurum, bir yanıyla da çalışanları ve onların ürettikleriyle yükseliyor, değerleniyor. Takım çalışması dediğimiz şey İKSV’nin ana omurgasını oluşturuyor. Bazı futbol takımları için ‘kolej takımı hüviyetinde’ derler ya, tam onun gibi. Sene neredeyse 2020, bu nasıl oluyor diyeceksiniz ama oluyor işte.
Cidden nasıl oluyor? Biraz açar mısınız?

Bu biraz da kurum kültürüyle ilgili bir şey. Hem kurucular hem de paydaşlarla ilgili yani. Nejat Eczacıbaşı 1960’larda “Ülkem sınırları içine kapalı kalmasın, kültür-sanat alanında dünyada neler oluyorsa bunlar İstanbul’da da görülsün” amacıyla yola çıkmış, 1973’te İstanbul Kültür Sanat Vakfı kurulmuş. Bunun üzerinden neredeyse yarım asır geçmiş. Bu süreçte tabii ki birçok şey değişti ama İKSV için ilk günkü ilkelerin neredeyse tamamı geçerliğini koruyor.
İKSV, İstanbul’un kültür-sanat yaşamının son 47 yılının ana aktörlerinden biri oldu. Bu süreçte 80’li yılların ortasında ilk kez Chick Corea’yı, New York Filarmoni Orkestrası’nı İstanbullu izleyicilerle buluşturdu, ilk kez bir güncel sanat bienali düzenledi, birden fazla kuşak, hem sanatçı hem de sanatseverler açısından söylüyorum bunu, İKSV’nin etkinlikleriyle beslendi, onun çalışmalarını takip etti, zaman zaman onu eleştirdi ve ona kızdı, yani İKSV ile birlikte gelişti, düşündü ve üretti…
Bu süre zarfında İKSV’nin kurumsallaşma süreci tamamlandı, Şakir Eczacıbaşı ve vakfın çalışmalarına çok büyük katkıları olan o zamanın genel müdürü Melih Fereli’yle birlikte İKSV’nin kurumsal yapısı güçlendi. Benden önceki genel müdürümüz Ersin Onay’ın da önemli katkıları olmuştur vakfa.
Son 10 yıla baktığımızda İKSV, Bülent Eczacıbaşı’yla birlikte sürdürülebilirlik, toplumsal fayda ve kültüre erişimi artırma yönünde daha çok çalışan bir kurum olarak öne çıktı. Artık 50. yılımıza bakıyor ve ülkemize nasıl katkıda bulunabileceğimize dair stratejiler çalışıyoruz.
‘Sebat ve adanmışlık artık unutulan melekeler’
Bütün bu süreçte özellikle şehir hayatında insanların kültür sanata olan yaklaşımlarını ve seyirci olarak davranışlarını baz alarak ne gibi değişimler/farklılıklar gözlemliyorsunuz? Sizce alışkanlıklar değişti mi? Sosyo-politik değişimin ve özellikle iletişim teknolojilerinin gelişmesinin günümüz kültür hayatına etkisini nasıl özetlersiniz?
İstanbul’daki şehir hayatında kültür-sanata yaklaşımı düşünürken İKSV’nin etkisini çok net gördüğümüzü düşünüyorum. İKSV 80’li ve 90’lı yıllarda, bu alanda çalışan neredeyse tek kurum olduğu için çok ama çok önemliydi. Bu önemi hâlâ koruduğumuza inanıyorum çünkü evet belki seyahat imkânları arttı, sosyal medya ve telekomünikasyonun kolaylığının getirdiği değişimler hayatımıza hız kattı ama bir yandan da bu süreç ‘sindirim’ süremizi yok etti. Düşünce biçimimiz değişti, farklılıkları fark edeceğiz derken neredeyse tek tipliliğe saplandığımız bir hâle geldik. Sebat ve adanmışlık artık unutulan melekeler haline geldi, genç kuşaklarda dikkatimi çeken önemli bir değişiklik de bu.
Sonuçta değişen hayat pratikleri evet kültür-sanata yaklaşımı, izleyici davranışlarını bir ölçüde mutlaka değiştirdi ama özünde insanların ihtiyacı hâlâ aynı: düşünsel açıdan zevk veren bir kültürel, sanatsal etkinlikte, bu etkinliğe kendisi gibi değer veren başka insanlarla birlikte, fiziksel olarak bir arada olmak.
Bu açıdan 1984 yılında Chick Corea konserine katılan izleyiciler ne hissettiyse, 2018 yılında Nick Cave konserindeki izleyiciler de üç aşağı beş yukarı benzer hislerle donanmıştı diye düşünüyorum.
‘Avrupa’yla karşılaştırıldığında hâlâ çok yolumuz olduğu kesin’
Türkiye’de kültür sanat bilincinin oturması için neler yapılmalı; nereden başlanmalı sizce? Avrupa’daki örneklerine baktığınızda Türkiye hangi aşamada?
Avrupa’yla karşılaştırıldığında hâlâ çok yolumuz olduğu kesin. Ama Türkiye’de kültür-sanat bilincinin oturmadığını söylemek de haksızlık olur bana kalırsa. Biraz önce de söylediğim gibi özellikle İKSV etkinliklerinin önemli bir etkisi olduğuna inanıyorum. Bu dünyanın her yerinde böyledir, bu bilinç, kültür-sanattan zevk alma, farklı sanat dallarını benimseme, ancak alanının en iyileri tarafından, itinalı bir küratörlükle hazırlanmış, kapsamlı festivaller ve bienallerle mümkün olur.
Hem kamu kurumlarının hem özel kuruluşların hem de bireylerin dönüp “Ben kültür-sanata ne kadar önem veriyorum” diye düşünmesi gerekiyor öncelikle. Bütçemin, vaktimin, düşüncemin ne kadarını kültür-sanata ayırıyorum? Hem bireyler hem de kurumlar nezdinde düşünülmesi ve öncelikler arasına alınması gerekiyor.
Bir de bizde kültür-sanatla tanışmanın yaşı daha yeni yeni küçülmeye başladı. Avrupa ülkeleriyle karşılaştıralım dediğimizde bunu da düşünmemiz lazım. Daha erken çocukluk döneminde kendisine kucak açan klasik müzik konserlerini dinleyen, atölyelere katılan, resim yapan, sergi, müze gezen, kültür-sanatla hemhal olan bireyler, tabii ki hayatları boyunca bu konuda daha bilinçli, daha duyarlı oluyor.
2015 yılında yayımladığımız bir rapor vardı, ‘Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek( başlığıyla… Bu raporda sanat eğitimi konusuna dikkat çektik ve bu gerçekten İKSV’nin önem vererek üzerine eğildiği bir konu. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bu konuya yaklaşımını da çok olumlu buluyorum. Beni en çok mutlu eden de 2023 eğitim vizyonunda tasarım-beceri atölyeleri, esnek, modüler ve daha az ders saati, müfredatın çeşitlenmesi gibi konuların bahsi geçmesi. Belki de hayalini kurduğumuz, kültür ve sanatla zenginleşen eğitim modeli çok uzağımızda olmayabilir, diye düşünüyor insan.
Yeni mekan: İKSV Alt Kat
İKSV olarak çocuklar ve gençlerin kültür sanata katılımını arttırmaya yönelik çalışmalarınız oluyor. Özetlemeniz gerekirse ne gibi projeler yapıyorsunuz?
Son dönemde çocuk ve gençlerin katılımını artırmaya iyice önem vermeye başladık ve bu konudaki çalışmalarımız da çoğaldı. Festivallerimiz, bienallerimizle ilgili çocuk kitapları hazırlamaya başladık. İzleyicilerimizin küçük yaştaki çocuklarıyla birlikte katılabilecekleri gerek biletli gerek ücretsiz etkinlikler düzenlemeye daha çok dikkat eder olduk.
2017’den bu yana 18-26 yaş arası gençleri kültür-sanat yaşamına katılmaya teşvik etmek için Eczacıbaşı Topluluğu desteğiyle İKSV Kültür Sanat Kart projesini sürdürüyoruz. Bu yıl 2 bin gence veriliyor 250 TL değerindeki bu kart ve bu kartlarla belki de ilk kez bir klasik müzik konseri dinleyecek, ilk kez İstanbul Tiyatro Festivali’nde bir gösteriyi takip edecek bu gençler.
Şimdi mart ayında Şişhane’deki Nejat Eczacıbaşı Binası’nda İKSV Alt Kat adında yeni bir mekân açıyoruz. Burada özellikle çocukların ve gençlerin kültürel hayata katılımını artırmaya yönelik etkinlikler düzenleyeceğiz. Avrupa’daki iyi örnekler biraz da bu yolla başarıya ulaşıyor. Bilgi toplumu dediğinizde bunun gereklilikleri arasında hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğünün yanında eleştirel düşünce, hayal gücü, yaratıcılık gibi beceriler de var. Bunlar da ancak kültür-sanatla gelişebiliyor.
Mart ayında İKSV Alt Kat açılıyor dediniz. Burayla ilgili bilgi verir misiniz? Neler yapacaksınız bu mekanda?
Mart ayında Şişhane’deki binamızın (Nejat Eczacıbaşı Binası) giriş katında açıyoruz İKSV Alt Kat’ı. İSTKA desteğiyle başlattığımız bir proje bu. İKSV bünyesinde bir kamusal alan işlevi görecek aslında. Burada çocuklar ve gençlerin kültür-sanat etkinliklerine erişim ve katılım imkânlarını artırmak için İKSV’nin çalıştığı alanlarla bağlantılı ama buraya özgü yeni içerikler, etkinlikler tasarlayacağız. Alt Kat’ta özellikle kültür-sanata erişimi kısıtlı, yani sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı, merkezden uzak yaşayan, göçle gelen, engelli vb. gruplara öncelik tanıyacağız. Çocuklara, gençlere yönelik etkinliklerimiz olacak. Ayrıca vakıf arşivi ve kitaplığına erişmek de mümkün olacak. Farklı disiplinlerde atölye çalışmaları, konuşmalar, gösterimler, sanat eğitimi programları, sergi ve etkinlikler düzenleyebileceğimiz, kültür-sanat ve eğitim alanlarını birleştiren yeni iş birlikleri kurabileceğimiz bir mekânımızın olması bizi çok heyecanlandırıyor.
16. İstanbul Bienali: Yedinci Kıta

2019 yılında sizi en çok heyecanlandıran İKSV proje veya etkinlik (konser, film, tiyatro vb.) hangisi? Veya seyirci için özellikle dikkat çekmek istediğiniz bir etkinlik var mı?
Klasik müzik, film, caz, güncel müzik, tiyatro, dans… Hangi alana ilgi duyarsanız duyun 2019’da mutlaka kaçırmak istemeyeceğiniz bir İKSV etkinliği olacağına eminim. 5-16 Nisan’da 38. İstanbul Film Festivali’ni düzenliyoruz ki bu yıl büyük ekranda Kubrick filmlerini izleyeceğimiz çok özel bir bölümümüz var… 47. İstanbul Müzik Festivali 11-30 Haziran’da, çok zengin bir programı var, kapanışı da Fazıl Say ve Şanghay Filarmoni Orkestrası yapacak.
26. İstanbul Caz Festivali 29 Haziran-18 Temmuz’da, artık her yıl yaptığımız için çok mutlu olduğumuz 23. İstanbul Tiyatro Festivali de 15 Kasım-1 Aralık’ta.
Salon İKSV derseniz yıl boyunca özellikle güncel müzik alanında yeni keşifler yapmak için muhteşem imkânlar sunuyor. Aralarından seçermiş gibi olmasın ama benim bu yıl en büyük heyecanla beklediğim etkinlik 16. İstanbul Bienali… 14 Eylül-10 Kasım arasında düzenliyoruz bu yılki bienali. Şimdiden dünya basınında bir sürü haber çıktı, 2019’un uluslararası sanat takviminin en ilgi çeken etkinlikleri arasında sayılıyor. Başlığımız ‘Yedinci Kıta’ ve gerçekten çok heyecan verici bir sergi hazırlıyoruz, bu yüksek beklentileri karşılayacağına inanıyorum.
‘Bütçemizin yarısı, sponsorlarımızın desteği’
Anadolu Efes ile geçen hafta dört yıllık bir sponsorluk anlaşması imzaladınız. Buna sanatseverler de sevindi. Devamlılık açısından finansal desteklerin önemi kaçınılmaz. Genel olarak İKSV’nin sponsorluk sistemi nasıl işliyor?
İKSV her yıl dört uluslararası festival ve dönüşümlü olarak bir güncel sanat, bir tasarım bienali düzenliyor. Bunun yanında Filmekimi, Leyla Gencer Şan Yarışması gibi etkinliklerimiz, festival dışı tekil konserler, gösteriler, kültür-sanat üretimine katkıda bulunmak amacıyla yürüttüğümüz türlü türlü çalışmamız, verdiğimiz teşvik ve ödüllerimiz var. İnanın dünyada bir kurumun bu denli geniş çaplı etkinlikleri tek başına üstlendiğine rastlamak pek mümkün değil.
Türkiye’de kültür-sanat alanında çalışmanın elbette kendine has kuralları var. Kamu katkılarının durumu malum, artık Avrupa’da bile kamu kaynaklarında kültür-sanata ayrılan yüzdelerde kesintiler oluyor. Özel sektör sponsorluğu da İKSV için vazgeçilmez bir önem taşıyor. Bütçemizin yarısını, sponsorlarımızın desteği oluşturuyor.
Anadolu Efes grubuyla işbirliğimiz benim vakıfta çalışmaya başlamamdan bile eski, ta 1981 yılına dayanıyor. İlk olarak İstanbul Müzik ve Film Festivalleri’ndeki destekleriyle başlamış bir ilişki var. Bu yıldan başlayarak 2022 yılına kadar da İstanbul Film, Caz, Tiyatro Festivalleri, İstanbul Bienali, İstanbul Tasarım Bienali ve Salon İKSV’ye farklı şekillerde destek verecekler.
İKSV’nin sponsorluk programı da çok güçlü bir yapıya sahip. Yine kültür-sanat sponsorluğunun ilk örnekleri İKSV’yle görüldü. Vakfın kurumsallaşma sürecinde sponsorluk yapısı da kuvvetlendi. Şu anda hem festivalleri, bienalleri bütünlüğüyle destekleyen festival ve bienal sponsorları, hem belirli gösterilere, projelere katkıda bulunan gösteri/tema/ proje sponsorları hem de İKSV’ye farklı şekillerde kurumsal destek veren resmi, kurumsal, servis sponsorlarımız var. Barter anlaşmalarıyla tanıtımımıza müthiş katkıda bulunan medya sponsorlarımız var. Ve tabii kurucu sponsorumuz Eczacıbaşı Topluluğu’nun destekleri var. 47 yıldır vakfımıza büyük bir destek veriyor Eczacıbaşı Topluluğu.
Biz sponsorlarımızla stratejik işbirlikleri kurmak, uzun soluklu birlikteliklerden karşılıklı olarak daha çok fayda sağlamak istiyoruz. Bir yandan da İKSV sanatsal özgünlüğe ve özgürlüğe çok kıymet veren bir kurum; neredeyse 50 yıla yaklaşan sağlam geçmişini, sürdürülebilirliğini ve hem ulusal hem uluslararası alandaki başarılarını büyük ölçüde buna borçlu. Sponsorlarımız da bu konuda bize güveniyorlar ve sanatsal içeriğe dair asla bir ilişkimiz olmuyor. İKSV’nin sponsorları, kültür ve sanatın gelişimini desteklemek istiyor ve bunun için bize güvenebileceklerini biliyorlar.
‘Kâr amacı gütmeyen, kamu yararına çalışan bir kültür kurumuyuz’
İKSV’nin bütçe yapısı pek bilinmeyen bir konu. Bu anlamda nasıl bir işleyiş söz konusu? Ülke ekonomisinin içinde bulunduğu bazı çıkmazlar, sizin kurumunuza nasıl yansıyor?
Son altı yıldır faaliyet raporlarımızı internet üzerinde, web sitemizde yayımlıyoruz. Merak eden herkes bakabilir.
İKSV zaten bir vakıf olduğu için kâr etmeyen bir kurum. Artık kalıplaşmış, herkesin anlamını tam olarak bildiğinden çok da emin olmadığım bir tanımımız var: Kâr amacı gütmeyen, kamu yararına çalışan bir kültür kurumuyuz. Bu ne demek? Biz birçok farklı kaynak yaratarak bir bütçe oluşturuyoruz. Bu kaynaklardan bize ne gelirse, kamu yararı için yürüttüğümüz çalışmalara gidiyor.
2017’de 45 milyon TL’lik İKSV bütçesinin yüzde 49’unu özel sektör sponsorlukları, yüzde 17’sini bilet satış gelirleri, yüzde 8’ini bireysel destekçiler (yani Lale Kart programı üyelerinin katkıları), yüzde 7’sini kamu katkıları, yüzde 8’ini yurtdışı fonlar ve kültür merkezlerinin destekleri, yüzde 11’ini de iktisadi işletme gelirleri oluşturuyordu.
Bu oranlara bakınca özellikle dikkat çeken bir şey oluyor. Fark ettiniz mi, bireysel destekçilerin yani Lale Kart üyelerinin katkıları, kamu kurumlarının katkılarından daha fazla… Hep söylediğimiz bir şey, kültür-sanat kamu nezdinde ekonomik darboğazlardan ilk etkilenen alan oluyor. Bu Türkiye’de de böyle, Avrupa’da da böyle. Bu da hem özel kuruluşların desteklerinin hem de bireysel desteklerin önemini muazzam bir biçimde artırıyor.
‘Artık birden fazla cazibe merkezi var kentin’
Beyoğlu’nun dönüşümü hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugün gelinen nokta kaçınılmaz mıydı sizce? Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan sinema salonlarının kapatılmasıyla ne gibi izler silindi? Emek sinemasının yeni yerine gittiniz mi? İzleniminiz ne oldu? Kültürel hayattan çok büyük ölçüde kopan Beyoğlu, nasıl yeniden cazibe merkezi haline getirilebilir?
İstanbul, ne olursa olsun her zaman bir cazibe merkezi olacak. Yurt dışından edindiğimiz izlenim de bunu gösteriyor ki burası şu anda hâlâ bir cazibe merkezi. Beyoğlu’nun tarihi de her zaman inişli çıkışlı olmuştur ama her zaman kültürel hayatın ana damarlarından biridir. Şimdi de bakın, kültürel hayattan koptu dediğimiz Beyoğlu’ndaki ilk akla gelen kültür kurumlarını sayalım; Akbank Sanat, Yapı Kredi Kültür Merkezi, Salt Galata, Salt Beyoğlu, Arter, Pera Müzesi… Salon İKSV! Bunun dışında sayısız atölye, sanat merkezi, galeri hâlâ Beyoğlu’nda. Yeni binasına taşınma sürecinde İstanbul Modern de Beyoğlu’ndaki geçici mekânında izleyicilerle buluşuyor.
Sinemalara gelince, İstanbul Film Festivali 38 yıldır Beyoğlu’nda gösterimler yapmaya devam ediyor. Hâlâ festivalin kalbi Atlas Sineması’nda atıyor, Beyoğlu Sineması’nda da gösterimlerimiz oluyor. Ben Grand Pera’ya bir kez, konser izlemek için gittim.
Şunu da unutmamak lazım; tabii ki İstanbul çok dinamik bir şehir ve çehresi sürekli değişiyor. Son dönemde de neredeyse tek merkezin Beyoğlu olduğu bir durumdan çıkıp, çok merkezli bir kente dönüştü İstanbul. Kadıköy, Beşiktaş, Fatih, Üsküdar gibi semtler kültür-sanat ve sosyal hayat açısından yükselişe geçti. Artık birden fazla cazibe merkezi var kentin. Tabii Atatürk Kültür Merkezi’nin tamamlanması ve buranın nitelikli sanatsal programlar sunan dünya çapında bir merkez olarak kullanılmaya başlaması Beyoğlu için yeniden işleri değiştirecek bir gelişme olacak gibi görünüyor. Dört gözle bekliyoruz AKM’nin yeniden açılmasını.
‘Maalesef siyaset kısa dönemli etkiler üzerine kuruluyor’
31 Mart’ta yerel seçimler var. Partilerin kültür politikalarına bakış açıları sizce yeterli mi? Bildirgelerde kültür politikaları ne ölçüde yer kaplıyor?
2015 seçimlerinde partilerin bildirgelerini incelediğimizde kültür ve sanata daha fazla yer ayrılmaya başladığını görüp memnun olmuştuk, yeni açıklanacak bildirgelerde de bu özenin giderek artmasını umuyoruz. Ama dile getirilen vaatlerin tekil faaliyetlerin ötesinde, somut politika önerileri olarak ifade edilmesi ve seçim sonrasında takip edilmesi de bir o kadar önemli. Bildirgelerde tüm sanat disiplinlerine eşit yaklaşılması ve sivil toplumun da katılımıyla şekillendirilen politika önerilerinin metinlere dahil edilmesi lazım.
2017 yılında III. Milli Kültür Şûrası düzenlendi. Bunun sonucunda da önemli bir Eylem Planı çıktı. Atılacak adımları somut bir şekilde tanımlayan, sorumluları belirleyen bir örnekti bu. Bu izlenecek yol haritasına iyi bir örnek teşkil edebilir.
2015 yılı seçimler öncesinde ‘Seçim Bildirgeleri İçin Siyasi Partilere Kültür Politikaları Öncelikleri ve Öneriler’ listesi hazırlamış; 2016’da ‘Yerel Yönetimler için Kültürel Planlama’ başlıklı bir rapor yayımlamıştınız. Gelecek yerel seçimler öncesi genel anlamda siyasetin kültür hayatına vereceği desteğin etkisini ve önemini Avrupa’daki gözlemleriniz de üzerinden anlatır mısınız? Siyaset ile sanat hangi konu başlıklarında buluşmalı sizce?
Kültür-sanat alanında yapılacak herhangi bir çalışmanın kısa vadede sonuç vermesi çok zor. Ne yaparsanız yapın bunun etkisini uzun dönemde alırsınız. Günümüzde maalesef siyaset kısa dönemli etkiler üzerine kuruluyor. Halbuki kültür-sanat aslında sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin temelinde yer alıyor.
Bahsettiğiniz çalışmalarla biz de bu konudaki farkındalığı artırabilmek istiyoruz. Toplumların çeşitliliği, çoğulculuğu hem Türkiye’de hem Avrupa’da giderek artıyor. Bir arada yaşama pratiklerimizin değişmesi, gelişmesi lazım, bunun için de kültür ve sanata çok ihtiyacımız var. Kültür-sanat hem temel bir insan ihtiyacı hem de toplumların huzur içinde bir arada yaşamasını kolaylaştıran, kentlerin değerini artıran, yaratıcılığı ve tasarımı besleyen, kent ve ülke ekonomisine katkı sağlayan bir alan. Hem sosyal, hem ekonomik bir değer yaratıyor.
Yerel yönetimlerin kültür-sanatı temel öncelikleri arasına alması ve stratejik planlarının parçası hâline getirmesi lazım. 2016’da yayınlanan raporumuzda da buradan yola çıktık. Bu raporda kültürel mirasın ve kültürel hareketliliğin yoğunlaştığı Beyoğlu, Üsküdar gibi İstanbul belediyelerini inceledik. Bunun yanında Amsterdam’dan Seul’e, kültürü stratejik planın temel bir bileşeni haline getiren dünya kentlerine baktık. Bunun için katılımcı, verilere dayanan, tüm paydaşlarla iletişim ve iş birliği içinde yürütülecek bir planlama ve uygulama süreci gerekiyor. O zaman hem kültürel canlılık sağlanabilir hem de şehirlerin sürdürülebilirliğine katkıda bulunulur. İşte siyasetle kültür alanının bu gibi başlıklarda buluşması pekâlâ mümkün.
Raporu tüm İstanbul ilçe belediyeleriyle paylaştık, İstanbul dışında da pek çok şehre gönderdik. Çok olumlu geri dönüşler oldu, belediyelerden birlikte yapılabilecekleri konuşmak üzere davetler aldık, bu vesileyle katıldığımız çeşitli toplantılarda raporu anlattık. Yerel yönetimler ile kültür kurumları arasında böyle ilişkilerin kurulması çok değerli.