İki ‘mahalle’nin temsilcileri sahaya çıkmış, AK Parti iktidarı döneminde dindarların laiklere baskı yapıp yapmadığını ‘tartışmış’lardı. O günlerde AK Parti iktidarını demokratik olmayan yöntemlerle devirme seçeneğini de tartışmakta olan Kemalist kesimin düzenlediği Cumhuriyet mitingleri, eşi başörtülü cumhurbaşkanı istemiyoruz kampanyaları, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı ve nihayet iktidardaki AK Parti’ye açılan kapatma davası bu tartışmanın sıhhatini zaten baştan belirlemişti.
Ne var ki tartışmanın galibi -aynı zamanda o yıl yapılan iki büyük seçimin de galibi- olan AK Parti ve toplum içinde bu partinin destekçileri oldu ama tartışmanın konusu olan mesele çözülmedi. Çünkü hala farklılıklarımız var ve bu farklılıkların uyum içinde bir arada yaşatılabilmesiyle ilgili sorunlarımız var. Bunun için muhafazakâr dediğimiz kesim laikleri, laikler de muhafazakarları suçluyorlar.
Muhtemelen her iki kesimin de kendilerince haklı oldukları yönler vardır. Ama asıl meseleyi hep beraber gözden kaçırıyoruz: Bizim asıl meselemiz mahalle olmaktan toplum olmaya bir türlü terfi edememiş olmamız. Muhafazakârlar için de geçerli bu, laikler için de. İki mahalle var; belki ikiden fazla mahalle var ülkede ama toplum yok. Dolayısıyla siyasette ve devlet yönetiminde de mahalle normları esas alınıyor. Hangi mahallenin adamı iktidara gelmişse o mahallenin diliyle konuşan bir devlet aygıtı çıkıyor karşımıza.
Demek ki önce toplumu inşa etmeyi konuşmamız lazım…