IŞIN ELİÇİN
ABD ve Türkiye Suriye’nin kuzeyinde bir ‘güvenli bölge’ oluşturulmasında anlaşmaya varmamışlar. Peki, öyle olsun. Ama Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin talep ettiği yerde, fiili bir durum yaratılıyor. Adına ‘güvenli bölge’ deniyordu, her nasılsa ABD’nin “Yok böyle bir şey” demesi üzerine ‘temiz hat’a evrildi; yine de yeri, yönü, derinliği, genişliği değişmedi.
Fiiliyatı açalım…
El Nusra’nın söylemediği
El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra Cephesi, hafta başında, söz konusu bölgeden çekildiğini duyurdu. İlan ettiği gerekçe, bu bölgenin Suriyeli muhaliflerin değil, Türkiye’nin -PKK’yı öncelikli tehdit gören- çıkarları doğrultusunda yaratılmak istenmesi ve burada mevcudiyet göstermenin ABD’nin -IŞİD karşıtı- savaşına dolaylı da olsa destek vermek anlamına geleceğiydi.
Elbette, bu bölgede kalmaları halinde, ABD’nin terör örgütü ilan ettiği bir grup olarak sahanın bizzat kendileri için ‘güvenli’ olmayabileceğini belirtmemişlerdi. Meselenin özüne, yani El Kaide’nin mevzi tuttuğu bir bölgenin uluslararası kamuoyuna nasıl olup da ‘güvenli’ olarak kabul ettirileceği meselesine de doğal olarak girmemişlerdi.
Ahrar uş Şam dünden razı
Buna mukabil, Amerikalıların, ‘arkadaşlık etmeye değer El Kaide’ yakıştırması yaptığı, her fırsatta Türkiye’ye müteşekkir övgüler düzen Ahrar uş Şam İslam Hareketi ise güvenli bölgeye tam destek verdi.
Onların gerekçesine de bakalım: “Ahrar uş Şam İslam Hareketi olarak, Suriye halkının ve müttefiklerinin siyasi veya askeri menfaatleri çerçevesinde, Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturmak istemesinin, Suriye halkının menfaatine olduğunu düşünmekteyiz. Aynı zamanda bu güvenli bölge, Türkiye’nin güvenliği, DAEŞ (IŞİD) ve PKK terör örgütlerinin önünün kesilmesi için bir ihtiyaçtır. Güvenli bölge oluşturulması aynı zamanda insani, askeri ve siyasi yönden faydalı olacak ve bu proje bu iki ülkeye de yarar sağlayacaktır.”
Karışık işler
Aslına bakarsanız El Nusra’nın Halep’in kuzeyindeki mevzilerini, yukarıdaki açıklamadan yaklaşık bir hafta önce, bölgedeki diğer muhalif gruplarla anlaşarak terk etmeye başladığına dair haberler vardı. Tamamı Türkiye’nin ‘Güvenli bölge olsun’ diye tariff ettiği alanda kalan bu mevzilere ise başta Türkmenlerin kurduğu Sultan Murad Tugayları olmak üzere Türkiye’ye yakın grupların yerleştiği söyleniyordu. Hatta salı günü Sultan Murad Tugayları görünümünde, bölgeye ağır silahlarla beraber Türk askerinin de girdiğini iddia edenler oldu.
Bu arada , haziran ayında Osmaniye’de hükümetin de desteğiyle kurulan Suriye Türkmen Kalkınma Partisi, 7 Ağustos’ta Facebook sayfasında yayınladığı bir iş ilanıyla, 18-35 yaş arası Suriyeli Türkmen gençleri kuzey Suriye’de kurulacak bölgede polis olarak görev yapmaya çağırdı. Ancak ilan, ‘Türkmenlere özel bölge yaratılıyor, Suriye bölünecek’ algısıyla büyük tepki çekince parti paylaşımı kaldırıp Türkmenlerin söz konusu bölgede Suriye muhalefetinin tüm bileşenleriyle beraber çalışacağını, ülkenin toprak bütünlüğüne bağlı olduklarını duyurdu.
Türkiye Suriye’de kendi desteklediği muhaliflerin ve yerinden olmuş Suriyelilerin barınabileceği bir alan oluşturulmasını talebini başlangıçta ‘uçuşa yasak bölge’ adıyla talep ediyordu. Esad rejiminin uçaklarına ya da diğer herhangi bir askeri müdahaleye karşı saldırı tehdidi anlamına gelen ve BM kararı gerektiren bu talep havada kalınca, Türkiye ‘tampon /güvenli bölge’ için bastırmaya başladı.
Yukarıda sıraladığım gelişmeler ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun dünkü ilk açıklaması ABD’nin Türkiye’nin üslerini IŞİD karşıtı koalisyona açması karşılığında, böylesi bir bölge yaratılmasına onay verdiğini düşündürüyor. ABD’nin bunu kamuoyu önünde doğrulamak istememesinin sebebi, bana kalırsa bu ‘tampon ya da güvenli bölge’ yaratma meselesinin uluslararası siyasetten hukuka kadar muhtemel kötü sonuçları.
İş bölgeyi kurmakla bitmiyor
Zira iş bölgeyi kurmakla bitmiyor, korumak ve yönetmek de gerekiyor.
Suriye rejiminin açıkça rızası beklenmeyeceğine göre -hadi Esad rejimi havadan korumaya göz yummaya devam etti diyelim- karadan da koruma gerektiğinde Türkiye ya da müttefik ülkeler o toprakları işgal etmeyi göze alabilir mi? Alamadıkları için Suriyeli muhaliflerin eğitilmesi gündeme gelmişti zaten. Eğitilenlerden nitelik olarak da nicelik olarak da yararlanılamıyacağı, ilk birliğin sahaya sürülür sürülmez el Nusra tarafından yok edilmesiyle netleşti. Diğer muhalif gruplar için de Türkiye ve ABD’nin tercihleri birbirini tutmuyor. Aynı sıkıntı bölgenin yönetimi açısından da geçerli.
Ayrıca oraya güvenli diye sığınacak sivillerin bırakın korunmayı hedef haline gelmeleri kaçınılmaz. Zira bu güvenli bölge sadece sivilleri koruma amaçlı ve silah giriş çıkışının, mühimmat depolanmasının ve her tür askeri etkinliğin yasaklandığı tümüyle silahsızlandırılmış bir bölge olmayacak. IŞİD saldırıları bir yana, Esad rejimi de istediğinde kendisini devirmeye çalışan muhaliflere payanda olacağı için meşru askeri hedef sayabilir.
Srebrenitsa örneği
Srebrenitsa’da, Hollandalı barış gücü askerlerinin görevli olduğu güvenli bölge de silahsızlandırılmamıştı. Sırp hükümeti Bosna yönetiminin bu bölgeyi toparlanıp silahlanmak ve karşı saldırıya geçmek için kullanacağı iddiasıyla askeri hedef sayıyordu. Sonuçlarını biliyorsunuz. (Ayrıca BM Acil Durumlar Koordinatörü’nün güvenli bölge konusundaki uyarıları için bkz.)
Ama artık Türkiye’nin öncelikleri PKK/PYD fobisinden beslenerek belirleniyor. Dolayısıyla yukarıdaki sorunlar tali. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu, BBC’ye verdiği son mülakatta Suriye’ye asker göndermekten tutun, çıkarlarına tehdit gördüğü hemen herkesi ‘havadan karadan’ vurmayı göze alacaklarını söylüyordu.
Evdeki hesabın çarşıya uyduğu henüz vaki değil
Güvenli bölge ya da temiz hat, adına ne derseniz deyin, bu girişimin sürdürülebilirliği ve olası sonuçlarına dair Ankara’da nasıl bir hesap yapıldığını bilemiyoruz ama hatırlatalım: Suriye konusunda evdeki hesabın çarşıya uyduğu henüz vaki değil.