Memleket yakın tarihinin en karanlık günlerinden birini yaşadı 15 Temmuz akşamı. Türkiye’deki demokrasi ve emek mücadelesinin en büyük hasmı olan darbecilik hastalığı ordu içindeki bir klik tarafından nüksettirildi.
Darbe girişiminin ‘acemiliği’ netleşince iktidar doğrudan halkı sokağa çağırarak çok riskli bir adım attı. Sonuçta darbe girişimi emniyet güçleri ve darbeye dahil olmayan askerlerin müdahalesiyle akamete uğradı.
İktidar camileri, belediye imkânlarını ve iletişim mecralarını kullanarak kitleleri seferber etti. Bu başlı başına yeni bir durum. Mitinglere insan taşımanın ötesinde bir eşgüdüm ve organizasyon kabiliyetinden söz ediyorum.
Bu kitlenin İslamcı-milliyetçi bir koalisyon olduğu ve birçok yerde polisin gözetiminde AKP’liler ile MHP’lilerin beraber hareket ettiği görülüyor.
Başkanlık sistemi önündeki psikolojik bariyer, ‘tankla topla’ yıkıldı; darbe teşebbüsü ‘devirmek’ istediğini hiç olmadığı kadar güçlendirdi.
Bu dalganın tüm demokratik kurumları ezmesine ve sokağın linççi gruplar tarafından işgal edilmesine karşı ‘ne darbe ne diktatörlük’ diyerek mümkün olan en geniş demokrasi cephesini kurma ve cumhuriyete sahip çıkma zamanı.