Yerküremizin her yerinden daha çok Güney’den, Doğu’dan Kuzey’e, Batı’ya uçuyoruz. Yorgun kanatlarımızla denize oradan da zengin umutları besleyen karaya doğru uçuyoruz. Uzaklardan, çok uzaklardan duyduğumuz çatırtı, koca bir buzulun ana kitleden kopmasının sesidir. Üstünden uçup gittiğimiz topraklar yangın yerine benziyor. İmar edildiği söylenen yangın izleriyle çoraklaşmış toprakların geliştiğini, güzelleştiğini söyleyenlerin sesleri kulaklarımızı kirletiyor. Yalan, iş görmenin tek yöntemi olmuş buralarda. Gözümüzün içine bakarak anlatılanlar bizi öyle yordu ki, yorgun kanatlarımızla kaçıyoruz buralardan, denize doğru uçuyoruz.
Ülkemizin üstündeki kara bulutların dağılıp gideceğine olan inancımız zayıfladı. Müzik sustu. Belki de inanmadığımız bir duaya mecbur olmamak için yola çıktık. Belki de çoğumuz denizin hoyrat dalgalarını geçemeyeceğiz. Uçan hiçbir şeye tahammül edemeyen avcıların kurşunları sağımızdan solumuzdan geçip giderken, ülkemizi karanlığa terk etmenin hüznü çöküyor üstümüze.
Nereye gidiyoruz? Zor oldu toprağımızdan kopmak. Sesimizi iyice kısmak için bin türlü dolap çevirmiş zenginler, paragözler, maşlahları, kefiyeleriyle, uçaklar dolusu canlı köleleri, cansız lüks valizleriyle havaalanlarında, limanlarda törenlerle karşılanıyorlar. Bizi hiç kimse dostça karşılamayacak, biliyoruz.