İslamcılar kadının kamusal alandan kaybolmasını değil, sadece kendilerinin belirlediği sınırlar içinde yaşamasını istiyor. İktidarlarını, kadınların bedenlerine hükmederek güçlendirmek ve bunu da herkesin onayladığını göstermek istiyorlar. O yüzden kadın dışarıda, sosyal hayatın içinde olmalı ancak belirlenen rol ve alan içerisinde kalmalı. İslamcılar için, arzu ettikleri İslami kurallara göre şekillenecek bir hayatta söz ve hakimiyet sadece Allah’a aittir ancak erkek kadına göre biraz daha söz sahibidir elbette; çünkü kadın günün sonunda erkek için yaratılmış, erkeğe göre fiziki olarak daha güçsüz, duygusal olarak daha kırılgan, asli görevi karılık ve annelik yapmak olandır cinstir. Erkeğe ölmeden cenneti yaşatan, bütün ‘günahı’ karşıya, kadının hesabına yazdıran bu sonsuz konfor, İslamcının Allah kelamı diyerek kitlelere sunduğu bu ideoloji, zamana direnmekte zorlanıyor.
İran’da kadınlar ve bu baskının kendi özgürlüklerini de engellediğinin bilincinde olan erkekler, sadece dini bir dayatmaya değil, ahlakçılığın en ahlaksız sınırlarında gezinmekten çekinmeyen ve ülkeyi yolsuzluk, hırsızlık, yoksulluk batağına saplayan rejime karşı da direniyor. İran yönetiminin olanları ‘dış güçlere ve teröristlere’ bağlama refleksinin Türkiye sınırı içinde de acı tebessümlere sebep olması, benzer baskıların, benzer neden ve sonuçları üzerine düşündürücü. Ataerkilliğin iktidar, rekabet ve şiddet üzerinden sürekli yeniden ve yeniden üretildiği zamanda kadınlar, büyük bir kırılma yaratabilecek ateşler yakıyor dünyanın her yerinde. Aklı olan erkek de bu ateşe odun taşımakta tereddüt etmez. Tek kişilik ve tek cinsiyetli dünyada kimseye huzur yok.