Polatlar, kara para aklama, örgüt kurma, vergi kaçırma gibi iddialarla tutuklandıktan 10 ay sonra, içine altın döktükleri kahvelerini özgürce yeniden yudumlayabilecekleri hayatlarına kavuştu. Böylece Türk adaletinde, Polatlarla birlikte yeni bir seviye de belirlenmiş oldu.
Aynı gün, Trabzon 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde, emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümüyle ilgili süren davanın karar duruşması görüldü. Lokumcu 2011 yılında, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Artvin’in Hopa ilçesini ziyareti sırasında, bölgedeki doğa katliamlarını protesto etmek için toplanan halkın üzerine polisin biber gazı sıkması sonucu kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmişti. Aralarında dönemin İl Emniyet Müdürü Muhsin Armağan’ın da bulunduğu 13 polis beraat etti. Mahkeme, Metin Lokumcu’nun ölümüyle polisin biber gazı kullanımı arasında ‘illiyet bağı bulunmadığını’ savundu. Adli Tıp Kurulu raporunda ise, Lokumcu’nun ölümü ile kimyasal gaza maruz kalması arasında nedensellik ilişkisi olduğu belirtilmişti. Erdoğan, Lokumcu gibi Artvin’de doğa katliamına karşı çıkanlar için “eli taşlı eşkıyalar” ifadesini kullanmış ve “bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durma gereği de duymuyorum, ölmüş” demişti. Bir öğretmen olan Metin Lokumcu’ya yakışmadığını söylediği ses kasetleri ve fotoğraflar hiç ortaya çıkmadı. Karar sonrası adliye önünde konuşan oğlu Ulaş Lokumcu “öfkeliyim” dedi. Sağlıklı babasını hasta ilan ettiklerini, 13 yıl boyunca adliye koridorlarında süründürüldüklerini, adalete inanmaya çalıştıklarını ama hukukun hep güçlünün, zenginin yanında olduğunu söyledi. Var mı Ulaş’ı yalanlayabilecek olan?
Aynı gün, iki dava ve Türk adaletinin iki yüzü. Bir yanda Polatların neşesi, diğer yanda Lokumcuların öfkesi. Hepsi, kimin kimden yana olduğunun açık belgesi.