NEVŞİN MENGÜ
@nevsinmengu
Türkiye’de yönetim kültürü, uzunca süredir şöyle: Bir kriz seçilir ya da yoksa yaratılır, biz ve bizden olmayanlar seçilir, bizimkiler sonuna kadar kutsanırken öbür taraf şeytanlaştırılır. Sonra bizden olmayan taraf linç edilmek, hapse atılmak, bastırılmak suretiyle kahramanlık destanı yazılır.
Bu bağlamda Covid-19 salgını iktidara istediği verimi sağlamadı. Salgının başlarında, uzunca süre devlet Türkiye’de hiç vaka olmadığını iddia etti. Bu iddialara kuşkuyla bakan insanlar şeytanlaştırıldı. Sonra bu stratejinin uzun süre sürdürülemeceği anlaşıldı ki şeffaflık politikasına geçildi.
Arçelik’in hızla solunum cihazı üretmeye geçmesi, herkesin yardımlaşmak için seferber olması, hastalığın herkesi topyekun tehdit etmesi, iktidarı alıştığı ekosistemin dışına itti. İktidar zaman zaman belediyelerle dalaşarak durumu kendi açısından idare etmeye çalıştı, ama bu iktidar keskin ayrışmalar olmaksızın kendini gösteremiyor, hatta işleyemiyor.
Maske dağıtım rezaleti ve işsiz kalanlara devletin uygun gördüğü hepi topu 1000 liralık yardım felaketini, İsveç’ten AKP sempatizanlarını tedavi için getirmek hamleleri unutturamadı. İsveçlere Rusyalara ambulans uçaklar birer servet harcanıp uçurulurken, insanların cepleri boş ve geleceğe dair umutları yok.
Neyse ki ayrıştırmayı sağlayacak ve muhafazakar tabanı parti ve saray çevresinde yeniden konsolide edecek hamle geç kalmadan geldi. Diyanet İşleri başkanı imdada yetişti.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, ramazan ayının ilk cumasında verdiği hutbede şöyle dedi: “Ey insanlar. İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”
Ali Erbaş’a AKP kanadından full destek geldi. Hukukçular Diyanet İşleri başkanının laik bir devletin kurumu olarak ayrımcılık yapamayacağını, eşcinseller ve nikahsız yaşayanlara karşı nefreti körükleyemeyeceğini savunurken, AKP kanadı Diyanet bir İslam kurumdur, İslama göre yorum yapar, Anayasa’da bunun yeri var savının arkasında durdu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Diyanet İşleri başkanının söylediklerini sonuna kadar doğru bulduğunu söleyip bir de “Diyanet’e karşı işlenen suç devlete karşı işlenmiş sayılır” diye ekleyip el artırdı.
AKP tek çalışabildiği ekosisteme dönmüş oldu. Bir yanda insan haklarını savunan Batı yetiştirmesi, dinsiz ahlaksız laikler, diğer tarafta, ahlakı geleneği ve devleti savunan Erdoğan, Saray, AKP vs…
Bir de takdire şayan olan iktidarın halen bu tartışmadan da mağduriyet devşirme çabası.
Yazar Fadime Özkan şöyle demiş: “Müslümanları ramazanda bilhassa rahat bırakmıyorlar. Her sene bir sebeple Müslümanların oruçtan lezzet almasını, Kuran’la hemhal olmasını engellemek istiyorlar. Bu sene de DİB başkanını bahane edip Allah’ın ayetlerini hedef almışlar. Allah ayetlerini korur.”
Gazeteci Sibel Eraslan ise şöyle yazmış: “Saldırı sadece Diyanet İşleri başkanına yönelik değil. Çirkefçe dil uzatılan yüce dinimiz ve Kuran’ı Kerimdir maalesef. Müslümanlar olarak bunu kabul etmiyoruz… Tam da sahiplerine uygun bu kışkırtıcı ve kötücül dili telin ediyorum. Kimse İslam dinine saldıramaz.”
Yazılanları okuyunca herhalde Müslümanların çok küçük bir azınlık olduğu ülkede falanız, ülkeyi de Norveçli katliam hükümlüsü Anders Behring Breivik yönetiyor diye düşündüm. Ama gel gör ki, Türkiye’deyiz ve 20 yıldır siyasal İslam iktidarda.
Sistemin vaizleri insan hakları tartışmasından da mağduriyet devşirme çabasını sürdürürken, dolar 7 lira, avroya artık bakmayı bıraktım. Pazara gidince bir file 150 kağıttan aşağı dolmuyor. Twitter da ajanslara ödenen yüklü faturalarla trend listelerine sokulan birbirinden anlamsız hashtag’ler, seçmen davranışını yansıtmadığı gibi, gelecekten ümidini kesmiş insanlara umut da olmuyor.