Sekiz aylık dönemde toplam vergi gelirlerinin içerisinde dolaylı vergilerin payı yüzde 67,3’iken dolaysız vergilerin payı yüzde 32,7’de kalmış. Yani toplanan vergilerin üçte ikisi tüketim üzerinden alınırken, servetten, zenginlikten ve gelirden alınan verginin oranı üçte bir olarak gerçekleşmiş. Ayrıca toplam vergi gelirlerinin yüzde 20’si ÖTV’den, yüzde 33’ü KDV’den alınmış, toplanan verginin yarısından fazlasını bu dolaylı vergiler oluşturmuş.
Peki bu ne demek? Bunun anlamı Türkiye’nin vergi adaletsizliğinin en yoğun olduğu ülkelerden biri olması demek. Çünkü bir ülkede vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payının yüksek, dolaysız vergilerin yükünün ise düşük olması, o ülkede vergi yükünün halkın sırtına, emekçi sınıfların sırtına bindirildiği anlamına gelir.
Vergiden devam edelim. Yılın ilk sekiz ayında toplanan vergilerin içerisinde kurumlar vergisinin payı sadece yüzde 11,3 olarak gerçekleşmiş; yani toplanan her 100 liralık verginin sadece 11 lirası kurumlardan gelmiş. Peki, bunun anlamı ne? Çok basit: şirketler, holdingler, bankalar, yani fahiş kârlarla çalışan Türkiye sermaye sınıfı doğru dürüst vergi ödememiş, istisnalardan, muafiyetlerden, indirimlerden bolca yararlanmış.
Holdingler vergi ödememiş gördüğümüz üzere, peki gelir elde edenler, kazanç sahipleri ödemiş mi, ödemişse ne kadar ödemiş?
Tüm vergi gelirleri içerisinde gelir vergisinin payı 19,8’i olmuş, yani toplanan her 100 liralık verginin 20 TL’si gelir ve kazançlardan alınmış. Kurumlar vergisinden daha yüksek bu oranın ilk bakışta göreli de olsa adil bir vergilendirmeye işaret ettiği düşünülebilir.
Ancak öyle düşünürsek ciddi bir şekilde yanılırız; çünkü tabloya yakından baktığımızda durum bambaşkadır. Yüzde 19,8’lik gelir vergisinin sadece 1,49’u beyan esasına dayanmakta, geri kalanı ise stopaj yoluyla alınmaktadır. Yani tüccar, esnaf, serbest meslek sahibi vs. ya son derece düşük gelir ya da zarar beyan etmiştir ve ödemesi gereken vergiyi ödememiştir.