Böylece Türkiye bir ‘demokrasi tuzağı’ ile karşılaşacak. Yani sürekli demokratik reform yapan ama bir türlü demokrasi olamayan bir ülke… Demokratik adımların sistemin genelinde patinaj etkisi yaratabilmesinin nedeni, yeni olan düzenlemenin eskiyi ortadan kaldıramamasıdır. Çünkü eski sistem kadroların görevlerini sürdürmesiyle, kurumsal kültürün ağırlığıyla ve tüm yapının kendine özgü zihniyetiyle kendiliğinden bir direnç mekanizması oluşturur. Üstelik tüm sistem tek bir hamlede değiştirilemeyeceğine göre, henüz değişmemiş olan her parça değişen parçayı geri çeken bir pranga haline gelir. Reformlar kâğıt üzerinde durduğu gibi kalmaz… Her reform muhalefete eski usuller üzerinden direnme imkânı sunar ve tam da demokratik süreç devam ettiği için, çoğu zaman ara çözümlere razı gelinir.
Kısacası hoşumuza gitmese de demokrasiye geçiş apaçık bir ikilem içerir: Bizzat demokratik süreç demokrasiye ulaşılmaması için de kullanılabilir. Ama çare demokratik süreci ortadan kaldırmak olamaz, çünkü böyle bir sürecin yokluğunda zaten gideceğiniz yer demokrasi değildir. Demokrasi denen şeyin zaten değişime açık bir öğrenme süreci olduğunu, ‘evrensel’ kurallarla inşa edilemeyeceğini, birlikte yaşama iradesinin tezahürü olarak ancak kendine has geçici kurallar üretebileceğini idrak etmekte yarar var. ‘Evrensel’ kurallar, demokrasi olmuş ülkelerin demokrasi öncesinde kalmış olan ülkelere sunduğu basmakalıp bir reçetedir. Aklınızın bir kenarında tutup kendinizi sınamak için kullanabilirsiniz. Ama onları yasalaştırarak, sistemin tanımını ve formel işleyişini o kurallara benzeterek demokrasi inşa edemezsiniz… Yapabileceğiniz şey sadece ‘demokratikleşme’ olur ama onun da hangi noktada ‘tuzağa’ düştüğünü, yerinde saydığını, direnci beslediğini ve aslında eski sistemi yeni kurallar içinde yeniden ürettiğini çoğu zaman anlayamazsınız…