Düşünmemeyi belirli bir imkanın kullanılmaması değil, bir toplumsal tercih, gerçeklik karşısında bir zihni tavır olarak ele almak gerekir. Diğer deyişle bir kültürden söz ediyoruz… Merak etmemek, kesinlik aramak, bu kesinliği yüzeyselleştirerek içselleştirmek ve cemaatsal olarak meşrulaştırmak, aynı zamanda aidiyet ve kimlik oluşumuna hizmet eder.
Nitekim farklılıkların meşruiyetini ve çoğulculuğu içselleştirememiş, toplumsal konuşmayı özgürleştirip sistemleştirememiş toplumlarda, cemaatsal kesin kanaat arayışı bir ‘inanç’ unsuruna dönüşür. Kişiler inanmak istedikleri kanaatlerin peşinden gider ve bunu fıtrata bağlayarak kendilerini rahatlatırlar. Eklemek gerekmeyebilir ama Türkiye’deki durum da bu…
Düşünmek bu ülkede makbul bulunmayan bir eylem… Nitekim geçmişten bugüne yönetimler vatandaşın düşünmemesini arzu ediyor ve ona neyi nasıl düşünmesi gerektiğini söylemeye devam ediyor. Halkımız da bunu aidiyetin bedeli olarak sindiriyor.