Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki tüm seçimlerin asıl galibi söz konusu kabaca yüzde 30’luk seçmen kitlesidir. Bu grup kimin iktidar olacağını belirliyor ve kişisel kararlar verilirken öncelikle AKP’ye bakılıyor. AKP’nin doğru davranması halinde diğer partilerin doğruları anlamsızlaşıyor. Çünkü AKP dünü yarına, yereli küresele bağlayan otantik ve sahici bir olgu…
Bütün bunları 2002 yılındaki seçimin hemen ardından öngörmek mümkün değildi. Ancak en azından şu çok açıktı: AKP dışındaki bütün partiler ve siyasi hareketler tıkanık bir siyasi kültürün ve buna uygun ideolojilerin kıskacındaydılar ve bunun nedeni sosyolojikti…
Diğer bir deyişle tabandaki zihniyet değişmedikçe söz konusu partilerin ‘normalleşmesi’ de mümkün değildi ve böyle bir sürecin muhtemelen yirmi yıla ihtiyacı vardı. Bugün o süre otuz yıla doğru gidiyor. Çünkü muhaliflik psikolojisi kendisini yenileyebilen değil, öğütüp törpüleyen bir hastalanma sürecine saplanıp kaldı.
Kutuplaşma muhalefeti kendi oy oranında sabitliyor… Ama uzun vadede orada tıkanıp kalmalarını da sağlıyor. Bugün AKP’nin tek rakibi kendisi ve o nedenle her seçim bir referandum.