Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından, bir başka çıkmaz büyüme ve kalkınma ekonomisi ve politikalarının yanlış anlaşılıyor olmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde bile kalkınma değil, büyüme politikalarının ağır basmasıdır.
Özellikle Türkiye’de siyasi iktidar yalnızca büyümeyi tartışıyor. Her ne kadar Büyümede kalkınma göstergelerinden biriyse de, kalkınma politikaları farklı olmak zorundadır. Büyüme teorileri, gelir dağılımı, sosyal refah, insan hakları, eğitim ve sağlık standartlarında artışa bakmaz. Büyüme sadece millî gelirdeki artışı ifade eder.
Kalkınmada ise yukarıda söylediklerime ek olarak üretim ve teknolojide oluşan gelişmelerle birlikte açığa çıkan ekonomik ve sosyal gelişmeleri de içerir.
Teknolojiyi kullanım kabiliyetindeki gelişmeyi de içerir. Bu nedenle büyüme modellerini kalkınma modeli gibi almak yanlıştır.
Eğer bir ülkede büyüme, yüksek teknoloji gerektirmeyen sektörlerin yarattığı katma değer artışından veya Türkiye’de olduğu gibi inşaat sektörünün yarattığı geçici katma değer yaratmakla, yine Arap ülkelerinde olduğu gibi belirli ailelere giden petrol üretiminden kaynaklanıyorsa, büyüme olur ve fakat iktisadi gelişme, kalkınma olması için gelir artışının toplum vicdanını rahatlatacak adalet ölçüsünde dağıtılması, gelir artışı ile sosyal hakların artması ve teknolojik yenilik gerektirir.
Aslında gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunu yalnızca bu ülkeler için değil, dünya refahı ve barışı için de gereklidir. Dünya Bankası verilerine göre, 2023 yılında Dünya nüfusunun yüzde 85’i az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin kalkınması daha acil hâle geldi.