Faiz artışının da kademeli olacağı anlaşılıyor. Uygulama ilk olarak MB faizinin önce yüzde 20 yüzde 25 seviyesine çıkarılması, faiz artış beklentisinin yaratılması ve sonra reel faiz düzeyine çıkarılması şeklinde olabilir. Bankaların elindeki Hazine kağıtlarında ortalama faiz (iskonto oranı) yüzde 15’tir. Faiz artınca menkul kağıtların değeri düşecek ve bankalar zarar yazacaktır. Faizler düşük iken bankalar bu kağıtları teminat olarak MB’ye verip, yüzde 8,5’ten fon sağlıyordu. Faiz artınca bunu da yapamayacaklar. Zarar yazacaklar. Ancak banka karları yüksek olduğu için, karları azalacak ve bu azalma bankaları riske sokmayacaktır.
Yine bankaların döviz pozisyon açığı olmadığı için kur artışları da bankaları zora sokmaz. Pozisyon açığı özel sektörü zora sokacaktır. Bu durumda Bankaların dönmeyen kredileri artabilir.
Öte yandan, bu günkü kısa vadeli döviz sorununun çözümü ile birlikte faiz politikası, ve arkasından orta ve uzun vadeli istikrar politikalarını birlikte programlamak gerekir. Bu da iktisatçıların işidir. Bunun içindir ki ABD başkanları hep Nobel ödülü alan akademisyen iktisatçıları seçmiştir.
Bizde ise istikrar anlayışı farklı; kısa vadeli dış kaynak bulabilmek için finansçılar görevlendirildi, sonra onlara BDDK başkanı örneğinde olduğu gibi kayyum atandı. Politika alanları daraltıldı.
Finansçılar kendi alanlarında uzman olabilir ve fakat akademisyen iktisatçılar kadar ekonomiye çok yönlü bakamazlar. AK Parti içinde yetkin akademisyen iktisatçılar da var.
Kaldı ki yeni gelenlerin karar alanı daraltılırsa, ya giderler veya istenen başarıyı sağlayamazlar.
Özetle; bu şartlarda bugünkü ekonomik krizden çıkış umudumuz gün geçtikçe zayıflıyor.