SELİN GÜREL
@selingurel_
3 Şubat’ta BluTV’de yayına başlayan 6 bölümlük çevre belgeseli Eko Eko Eko bir uyandırma servisi görevi
görüyor. Uyanalım ve ‘Sahi, neyle karşı karşıyayız’ sorusunu soralım diye.

Türkiye’de esaslı bir çevre belgeseli serisinin ülke siyasetinden ayrı düşünülemeyeceğini biliyoruz, ama ülke siyasetiyle ilişkilendirilen her vahametin nasılsa bizleri bireysel sorumluluk alanlarımızdan azat ettiği
yanılsaması üzerine pek konuşmuyoruz.
Aynı şekilde, kendimizi ekolojik dengenin kayboluşuna dair sorumlu hissettiğimiz anlarda, kahraman edasıyla attığımız mini minicik adımların yarattığı devasa vicdan rahatlığının da arkadaş ortamlarında pek lafı geçmiyor.
Sahi, neyle karşıyayız?
BluTV’de 3 Şubat’ta yayına başlayan 6 bölümlük Eko Eko Eko, bunların tümüne birden kafa yoran, konuyu birey, devlet, ülke ve dünya bağlamında irdelerken lafı dolandırmayan, vurucu bir belgesel serisi. 1 Şubat akşamı, Kadıköy Sineması’nda gösterilen ilk iki bölüm itibarıyla, dört bir yana saçılmış ve bu sebeple artık göremediğimiz tüm kilit parçaları bir araya toplayan, büyük resmi kuş bakışı gösteren, izleyiciyi uyandıran, tetikleyen, çoğunlukla hayrete düşüren bir belgesel var karşımızda. Yönetmen İlkay Nişancı, işe herkesin merak ettiği ama genelde kimsenin cevabını duymak istemediği tek bir soruyla başlıyor: “Neyle karşı karşıyayız?”


Öğrencileriyle çekti, binlerce kilometre kat etti
Sekiz yıllık bir araştırmanın ürünü olan Eko Eko Eko için, çoğunluğu öğrencilerden oluşan ekibiyle binlerce
kilometre yol kat ederek haberlere konu olmayan bölgeleri ziyaret eden Nişancı, belgeselin başrolünü
alanında uzman akademisyen, aktivist ve gazetecilerin sarsıcı anlatımına bırakıyor.
Teması itibarıyla bir konuşan kafalar belgeseli olabilecekken buna hiç yanaşmaması, bilgi yüklemesi hevesini dizginleyip detaylarda boğulmaması ve konuşmacılarını robotik bir anlatıma teslim etmeyip yaşayan insanlara dönüştürmesi etkileyici.
Konuşmacılara eşlik eden gerçek görüntüler ve olay yeri röportajları dışında, oyuncu Ceren Moray’ın ikili performansıyla temsili olarak belgesel izleyicisinin de -yani bizlerin- işin içine girdiği üçüncü bir cephe daha var. Bu cephede, pasif izleyici konumunu bozmadan kendisine sunulanları sırça köşkünde endişeyle izleyen bir genç kadınla; manipülatif, sahte, toksik, pışpışlayan, çok iyi tanıdığımız o eril dili temsil eden bir genç adam…
Öyle gibi görünse de bu bir melek-şeytan karşılaşması değil. En zoru, hangisine daha yakın olursak olalım bazen de diğeri olduğumuzu kabul edebilmek galiba.


İlk kez ‘sahiden’ düşünüyor gibi hissediyoruz
Altı bölüm sonunda kentsel dönüşüm masalının, sürdürülebilirlik ezberlerinin, termik santrallerin, baraj
göllerinin, tarlaların, çöp toplama alanlarının, gemi çöplüklerinin, soluduğumuz havanın, içtiğimiz suyun,
bastığımız toprağın gözümüzde farklı bir yere oturacağı muhakkak. Bugüne kadar Eko Eko Eko’nun
benzerlerini izlemekten bıkıp usanmamız gerekirken, neden bunlar üzerine ilk kez ‘sahiden‘ düşünüyor gibi hissediyoruz, asıl soru bu.
Eko Eko Eko’nun basın bültenine iliştirilen bu çarpıcı notla bitirelim: “Binlerce kilometre yol yapılarak bırakılan 8600 KG CO2 gazının, ekibin tükettiği 650 adet 50 cl’lik plastik pet şişenin ve 450 gün süren post prodüksiyon aşamasında harcanan 7875 KW elektriğin karşılığını görmeniz bizim için çok önemli.”
Daha önce kimsenin kurmadığı bir cümleyi belgesel ekibi bizzat kuruyor: “Çevre belgeseli yaparken de çevreyi kirletirsiniz.“