• SANAT
  • 9 SORUDA
  • DİKEN ÖZEL
  • GÜNÜN 11'i
  • DİKENLİK
  • AKŞAM POSTASI
  • SPOR
  • VPN HABER

Diken

Yaramazlara biraz batar!

  • VİTRİN
  • AKTÜEL
  • EKONOMİ
  • ANALİZ
  • DÜNYA
  • MEDYA
  • KEYİF
  • YAZARLAR
  • SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK

Eğitimci Cihat Şener: Eğitim camiası 'sıfır tepki' noktasında, celladını bekliyor

28/11/2017 23:45

 

EMRAH TEMİZKAN

emrahtemizkan@diken.com.tr | @emrahtemizkan


Türkiye’nin son dönemde en çok konuştuğu konulardan biri, 15 yıllık AKP iktidarında düzenli olarak değişen sınav sistemi.

Fotoğraf: Aytek Erdem

AKP hükümetleri, son 15 yılda sınav sistemini altı kez değiştirdi. Son verilen bilgilere göre 90 sorudan oluşacak 135 dakikalık yeni ‘Liselere Geçiş Sistemi’yle ilgili tartışmalar henüz dinmiş değil.

Eğitim politikalarına yönelik eleştirileri ‘iç rahatlatarak’ yanıtlamasıyla bilinen Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, bu sabah kendisine yöneltilen “Eğitim de bu kadar yapboz olur mu?” sorusuna, “Her gün yeni bir gün doğuyor. Öğretmenlere sordum memnun, öğrencilere sordum memnun” diye yanıt verdi.

Herkesin kafasını kurcalayan yeni sınav sistemini ve ‘denek’ haline getirilen öğrencilerin halini, ‘Hayatımız Sınav’ programıyla birkaç nesle ‘yol gösteren’ eğitim uzmanı ve öğretmen Cihat Şener’e sorduk…

Kaldırılan TEOG’la başlayalım…

Bu uluslararası ölçme ve değerlendirme biçimi. Tüm dünyada var bu. Neyi ölçmek ve neyi değerlendirmek istiyorsanız ona bağlı hazırlanan testler. Bu tür testlerin üç özelliği var. Bir, soru sayısı çoktur, çünkü az soruyla ölçme yapamazsınız. İki, bu soruları aynı anda herkese sorarsınız. ‘Sonra ayrıca bir sınava gir, onu telafi et’ olmaz.’ TEOG’da yapıldı bu birkaç defa. İki ayrı şeyin denk kabul edilmesidir. O sınav ayrı bir şey, bu sınav ayrı bir şey.

Üçüncüsü de bu testler bilgisayar ortamlarında değerlendirilir. El oynamaz, parmak girmez, kanaatler etkilemez. Bunlar varsa eğer o sınavda güvenilir, geçerli bir sınavdır. Bizim uyguladığımız önceki TEOG’da ciddi bir yanlış var. Bir defa telafi var. Bu bir skandaldı. Bize gülüyorlardı.

‘Sınıfta kalmak yasak’

TEOG’daki temel yanlış neydi?

Fotoğraf: Reuters

Kasım ayında sınav yapıyorsunuz. 20 tane soru soracaksınız. Ben matematikçiyim, matematik örneği vereceğim. Kasım ayına kadar kaç konu yaptınız? İki, üslü sayılar ve köklü sayılar.‘ 6 ve 7’yi katmayacağım’ dediniz. 10 üslü sayı, 10 köklü sayı sorusu soracaksınız. Bununla ölçme yapamazsınız. Nisana kadar da üç konu yaptınız. 8’den sorarken 6 ve 7’de öğrettiğiniz çözüm yollarını sormuyor musunuz? Nasıl bir eğitimdir bu, üst üste binmez mi? 6 ve 7’deki çocuklar dalga geçiyor. Zaten sınıfta kalmak yok Türkiye’de. Milli Eğitim Bakanlığı karar vermiyor buna. Maliye Bakanlığı karar veriyor. Diyor ki ‘Her öğrencinin devlete maliyeti bu kadardır. Bırakmayın. Kurul kararı yapın, veliyi çağırın, sınıfta bırakmayın’. Sınıfta kalmak yasak. 6’dan 7’den boş geldin. 8’den girdin sınava. Biz ne ölçtük orada? Hiçbir şey.

Okul puanının eklemesine yönelik eleştiriler de vardı…

Bunu sadece liseye girişte yapmıyoruz. Üniversiteye girişte de yapıyoruz. Bu puan türü son dönemdeki güncel söylemle ‘hormonlu puan’dır. Ne demek bu? Yani ‘… özel lisesinin vakfına şu kadar parayı bağışlarsanız sizin çocuğunuz orada iyi bir puanla mezun olabilir’. Bazı özel liseler var, 50 öğrencisi var, en düşük puanlısı 100 üzerinden 98.

Sadece özeller mi? Devlet okulları da buna dahil değil mi?

Bazıları dahil.

Okul başarı puanı temel sorunlardan biri mi?

Katsayı kavgası da oradan çıkıyor. Bu katsayıları daha önceden değiştirmişlerdi. İmam hatip ve meslek liselerinin katsayıları düşüktü, sonradan eşitlendi. Eşitlendi ama değişen bir şey olmadı. Çünkü o çocuklara verdiğiniz eğitim onların soru çözmesini sağlamıyor. Siz katsayıyı onların lehine de büyütseniz de işe yaramayacak. Sorunun katsayı sorunu olmadığı ortaya çıktı. Ama ortaya çıkması için bunların yaşanması gerekmiyordu, bu söyleniyordu zaten, biliniyordu.

‘Tektipleşmeye doğru gidildi, bünye kaldırmadı’

Liselere giriş sisteminde kaldırıldığı söylendi…

Fotoğraf: DHA

Başından beri oynanan oyuna eleştirilerim meslektaşlarıma göre daha sert olmasına rağmen, şimdi başka bir şey söylüyorum. Nihayet, bir milli eğitim müsteşarından doğru bir şey duydum. Son derece aptal bir yaklaşımla da ‘Beni duydu’ dedim. Kimseyi kınamak istemem ama bir tek taş yüzüğe bakar bu puanın nasıl yüksek olduğu. Bir öğrencinin diğeri 4 alırken 5 alıp geçmesi yeterince ödüldür. Ama siz onu buraya taşırsanız bunun objektifliğine zarar getiriyorsunuz. Zaten siz bu objektifliği bozmak için ‘nakil’ gibi yollar buluyorsunuz.

Okullardaki eğitimci kadrosu şu anda sorunlu mu?

Okullarda eğitim kadrosunun yüksek nitelikte olması yetmez, bir de orayı yönetenlerin profesyonel olması gerekir. ‘Proje okullar’da böyle bir sorun var. İdari kadrolarla oynayarak olmaz. Şu anda eğitim bilimleri okumamış, hatta eğitimci olmayan nitelikleri tartışmalı insanlar okul yöneticileri yapıldı. Bu durum bu tür okulları dinamitlemektir. Şu anda Türkiye’de okul yöneticileri, milli eğitim planlayıcıları, hepsi aynı sendikanın üyesi ve hepsi dinsel kökenli eğitimden gelmiş insanlar. Tektipleşmeye doğru gidildi, bünye kaldırmadı bunu.

Kaldırmadığı gözüküyor mu?

Kaldırmadı, kaldıramadı. ‘Proje okullar’da bu değişiklik yapıldı ama biçimde kaldı. Ha bu rahatsız ediyor mu? Ediyor. Biçimde niye kalsın ama özde değiştiremediler.

Engellemeleri görüyoruz tüm okullarda…

Fotoğraf: Aytek Erdem

Doğanın diyalektiği daha farklıdır. Mutlaka karşı tepkilerini, savunma mekanizmalarını geliştirir.

Ancak ‘hüküm verici’ öğrenciler olmadığı için zayıf kaldı…

Orada görülen defans yansımadı topluma. Medya buna gerekli yeri vermedi ama başta veliler olmak üzere çok ciddi bir direniş oldu. Genel bir taktik vardır. Önce oradan 8-10 çeker, sonra külliyen değiştirir. İkinci aşamaya geçemediler. Aslında böyle bir örnek üzerinden genelleme yapmak yeter mi? Yetebilir. Ama Ankara’nın sağ tarafında bu oyunlar çok güzel oynandı. Şu an Türkiye’de eğitim camiası ‘sıfır tepki’ noktasında ve celladını bekliyor. Boynunu uzatmış, ‘Kesin artık’ diyor. Bıktılar. Diyorum ya çok ciddi hatalar yapılıyor diye. Artık şunu düşünmeye başladım; bunlar bilerek yapılıyor. Herkesin başka bir şey söylemesi, sisteme ait her gün başka bir şeyin önümüze gelmesi sanki sistematik. Artık tepki kalmadı insanlarda. ‘Ne olacaksa olsun’a geldiler. Bunu bilerek ve planlayarak yaptılarsa helal olsun. Demek bir akıl var burada. Tebrik etmek lazım.

‘Sınav demek kontrol edilmek demektir’

Nasıl bu noktaya geldi insanlar? Arka arkaya değişen sistemlerle mi oldu yoksa bunun ince bir noktası var mı?

Toplumu kolay yönetmek istiyorsanız onu abondone etmeniz gerekir. Abondone ne demektir. Yumruklamaktır. Yumrukladılar insanları. Onlar bunu yaparken onlara destek olduğunu söyleyen birileri de akıl üretiyordu. Özellikle de bir sendika: Eğitim-Bir-Sen. Gelinen noktada onlar batırdıklarını fark ettiler. Eğitim-Bir-Sen şimdi ‘Yanlış yaptık’ diyerek geri çekiliyor. Bir sürü yerde yanlış yaptılar.

Mesela?

‘Sınav stresini yok edelim’den yola çıktılar. Sınav stresini azaltalım diye çok sınavlı bir sistem getirdiler. 12 tane sınav yapıyorlar. Stres azalmadı. Gördüler ki; stres azalmıyor. ‘Stres azalacak’ diyeni dinlemediler. Sınav herkesi gerer. 48 yaşındaki bir profesyonel yöneticiye ‘Yarın sizi sınava alıyoruz’ deseniz o gece uyku yoktur. İnsanoğlu psikolojik bir yaratıktır. Sınav demek kontrol edilmek demektir.

Bu kadarla kaldı mı?

Fotoğraf: DHA

Hayır. Bir şey daha yaptılar. Asıl çarpıcı olan bu bence. En başta söyledim, çoktan seçmeli sınavlar bütün dünyada uygulanır ve bir cezalandırma sistemi vardır. Yanlışlarınızın birkaçı doğrularınızı götürür.  Neden böyle bir ceza konulur. Atıp tutma diye. Çoktan seçmeli sınavın uygulandığı 200’e yakın ülkede bu böyledir. TEOG’da öğrencilere dediler ki; ‘Yanlışlarınız doğrularınızı götürmeyecek’. Öğretmenler öğrencilere ne dedi: ‘Atın’. Şu yapılmış TEOG’lardaki sonuçların tümü spekülatiftir. Bir öğretmenin öğrencisine Atın’ demesi skandaldır. Bununla bir okula öğrenci almak ayrı bir skandaldır. Nihayet, yanlışlar doğruları götürecek noktasına gelindi. Komik artık bu. Bu işi bilen insanlar size bunu söyledi. Çocuk diyor ki; ‘Çalışmama ne gerek var, atarım.’

Burada kaldı mı?

Bu işin profesyonelleri olduğunu söyleyenler ortaya çıktı: ’20 soruluk bir test var, beş tane de şık var. Hepsinden dörder tane atın’. Tutar mı? Tutmaz. Hangi beşi atacaksın. Böyle bir sistem yok zaten. Birisi de dedi ki bir şık belirleyin hepsini ondan seçin. En az beş tanesi doğru olur. Nasıl olsa sayısına bölecekler. Böyle olmak zorunda değildir. Doğru yanıtlar o seçeneklere rastlantısal dağıtılır. Nihayet bundan vazgeçildi. Yanlışlar doğruları götürecek, bildiğiniz yapın, bilmediğinizi geçin.

Urfa’da adam sıcaktan damda yatarmış. Bir gece düşmüş, komşular koşmuşlar doktor çağırmışlar. Demiş ki ‘Ben doktor istemem, bana damdan düşen birini getirin. O benim halimden anlar’.

Nasıl dönüldü buradan?

İsim vererek rahatlıkla söyleyeyim; müsteşar Yusuf Tekin. Eğitimci değildir ama zeki bir adamdır. Koca bakanlıkta elle gösterebilecek kadar kafası çalışan adamlardan biridir. O tahmin ediyorum; ‘Arkadaşlar gelin şunu toparlayalım’ dedi. Türkiye’nin şanssızlığıdır bu. Milli eğitim bakanları genelde eğitimci değildir ve bir ortalaması vardır aşağı yukarı 1.7 yılda bir bakan değişir bizde. Eğitimci olmadıkları için. Eğitim fakültesindeki bir öğrenci son dört beş yılda uygulanan modeli önerse mezun etmezler onu.

Teknik olmayan kısmına da değinelim…

Sokaktaki vatandaşın gözünden bakarsak ‘Allah kahretsin bu sınavları kaldıralım’. Bilinçli bir vatandaş buna karşı çıkar. Daha akılcı, daha adil, daha eşitlikçi bir sistem mi var?

‘Açıköğretim dinamittir, tehlikedir, kontrol edemezsiniz’

‘Avrupa örneği’ gelirse…

Bütün Avrupa’da var. Rusya hariç. Orada kartvizit var: ‘Kartı getiren yakınımdır, ilgilenin.’ Bu mudur? Değildir. Bu olamaz. Peki ne yapacağız abi? Neye göre seçeceğiz? Bir kriter koymak zorundasınız.

1 milyon 300 bin kişi olduğunu düşünürsek…

1 milyon 300 bin çocuğun bu sınavlara hazırlanırken fırsat eşitliği yoktur. Ama herkese aynı anda aynı soruların sorulduğu bir sınavı yaptığınızda eşitlik vardır. Hiç olmazsa sınavdan öne sağlayamadığınız bu eşitsizliği burada eşitli olarak kullanabilirsiniz. Kurallarına da uyacaksınız. O sınava giren öğrencilerin yüzde 10’u belki de okumayı ancak çözmüşler. Onlara göre de sorular soracaksınız.

En sağlıklı dağılım nasıl olmalı?

Fotoğraf: Reuters

Beşe ayırırsınız. Son yüzde 10 var ya. O en iyilerdir işte. Adına ‘nitelikli okullar’ dediğiniz yerlere seçeceğiniz öğrenciler için. O sorular zordur. Onlara da zordur. İyiler kalır. Ama o sınava giren çocukların 120-130 bini o sınavdan en azından 3-5 soru çözmelidir. Bunu yaptıramıyorsanız eğer o çocuk okulu bırakır. Ne olur? Açıköğretim olur. Bu sizin istediğiniz bir şey mi? Evet.

‘Bazı okulların sadece adı var, kendi yok’

Bu durum nasıl sorunlar doğurur?

Dinamitliyorsunuz. Bakanlığın görevi çocukları örgün öğretimin dışına itmek değildir. Aksine içine almaktır. Açıköğretim dinamittir, tehlikedir, kontrol edemezsiniz. Eğitemezsiniz. ‘Evinde otur, sınava gel’. Yok böyle bir model. Var, 50 yaş üstünde, zamanında çeşitli nedenlerden ötürü eğitim alamamış insanlar için var. 13-14 yaşındaki çocuğu sokağa salarsan ‘Şöyle oluyor da, bizi kimse sevmiyor…’ noktasına gelirsin.

9 okul seçilecek, beşinde tercih olacak yönündeki sistem ‘imam hatiplere yöneltme’ olarak algılandı…

Dur bakalım. Daha bu köprünün altından çok sular geçer…

Siz nasıl görüyorsunuz? Böyle bir motivasyon olabilir mi bunun altında?

Zorlamayla olmuyor. Neredeyse anadolu lisesi sayısına yakın imam hatip açıldı. Peki öğrenci sayısında artma var mı?

Hayır…

Demek ki direniyor insanlar. ‘İmam hatiplere çocuklarımızı gönderelim’ diyenler, imam hatipleri açanlar kendi çocuklarını gönderiyorlar mı? Hayır. Peki herkes çok mu salak? Hayır. Bindiği dalı kesiyor. Kendi ayaklarına sıkıyor. Farkında değil.

Açıklanan modele gelirsek…

Kesin değişecektir. Bu bölge vs. değişir. Olmaz, çünkü bölgeyi nasıl belirleyeceksiniz? Yaklaşık 20 küsur il merkezinde beş çeşit okul yok. Ankara’da bir masanın etrafında beş kişinin oturmasıyla bu işler olmaz. Hayattan kopuklar, Türkiye gerçeklerinden kopuklar, eğitimin gerçeklerinden kopuklar. İktidardakilerin eğitim kadroları bu konuda zayıf. Sığ bakıyorlar olaylara, yeterince donanımlı değiller. Bilmedikleri için bu laflar ediliyor. Benim hep söylediğim bir şeydir; ‘En iyi okul eve en yakın okuldur ama evime en yakın okul bana uygunsa’. Özellikle büyük kentlerde velilere diyorum ki; çocuğunuzu günde dört saat servisle getir-götür modeline girmeyin. Bu çocuklar servislerde uyuyor, yazıktır. O gönderdiğiniz okul buna değiyorsa anlarım. Bazı okullar var mesela. Halen adı var. Sadece adı var, kendi yok.

‘Çocuk toplumundur’

İmam hatiplerin durumu ne olacak?

Bazı imam hatipler biliyorum, çok iyidir. vaha gibidir. Akıllı, çağdaş müdürlü. ‘Bütün imam hatipleri çuvala koyup çöpe atalım’dan yana değilim ben. Oralardan çok akıllı çocukların çıktığını da bilirim. Bunları genelleyemem. Bir elin parmakları kadardır. Her şeye rağmen orada da açmış çiçekler vardır.

Ama siz bu modeli dayarsanız adam der ki; ‘Kardeşim okutmayacağım ben kızımı’. Bunu diyen adamla uğraşmanız lazım. Kız çocuğu ne imam oluyor ne hatip. Dinen caiz değil. Ne yaptık şimdi? Çocuğu da perişan ettik, adamın söylediğini de doğru kabul ettik. Öldürdü kızı, yok etti. Çocuk toplumundur. Çocuk o ailenin değildir. Ülkenin geleceği için her çocuk önemlidir.

‘Genç nüfus toplumun dinamitidir’

Fotoğraf: Aytek Erdem

Türkiye’de okula giden 18 milyon çocuk var. Avrupa ortalamasının hayli üzerinde…

AB ülkelerinin yirmisinin nüfusu bunun altında. Bu 18 milyona tarladaki rençber çocuklar, tamirhanedeki kaportacı çocuklar, hamal çocuklar, tekstildeki çocuklar dahil değil. Sadece bu 18 milyonu ele alalım. Bu hem çok iyi bir şey hem de çok kötü bir şeydir. Siz bu 18 milyona sahip çıkar, üretime katabilirseniz ülkenin geleceği için büyük bir potansiyeldir. Güney Kore yaptı, Japonya yaptı. Kuzey Avrupa zaten yapıyor. Güney Kore 30 sene önce bizimle aynı yerdeydi, şimdi geldiği noktaya bak.

Niye ‘çok kötü bir şey’dir?

Eğer topluma kazandıramazsanız bunların içinden hırsız da çıkar, katil de, terörist de. Dinamit gibidir. Genç nüfus toplumun dinamitidir. Sadece iyi yetmez, iyi ve üretken insan lazım. Son 20 yıldır başaşağıdır her şey. Hiçbir planlama yoktur. Saldım çayıra, mevlam kayıra…

Kırılma nerede başladı?

Aslına bakarsanız 12 Eylül bu işin kırılmasıdır. Kırılma orada başlamıştır. O kırılma, belirli bir politik görüşün etkisi altında yönlendirilmesi ise son 20 yıldır.

Daha kötüsü var mıdır?

Yoktur abi. Bana de ki; ‘Al sana kardeşim şu kadar milyon lira. Bana daha kötü bir model geliştir’. Yapamam. Yok. En kötüsü buydu.

‘Vazgeçilecektir, yaz bir kenara’

12 Eylül’den bu yana umut verdiği anlar oldu mu?

Yani… Evet…

Mesela sekiz yıllık zorunlu eğitime geçildiği dönemde ‘Tamam bu iş oluyor gibi’ dediniz mi?

Aynen dedim. Okula giden öğrenci sayısı arttı. Okula giden kız öğrenci sayısı arttı. Okullardaki içerikler daha olumlu hale getirildi. Tüm eğitimin 12 yıla çıkması meselesi çok iyi oldu ama o da zaten bir yıl sürdü. Tık! Budandı. ‘Eyvah’ dediler, ‘Ülke elden gidiyor…’

Son kertede elimizde ne var?

Tek sınava girilecek. Bu doğru bir karar. İkincisi, ortaöğretim başarı puanı ve okul puanının katılmaması iyi bir karar. Sınavın mayısın sonunda ya da haziranın başında yapılacak olması doğru bir karar. Yanlışların doğruları götürmesi olumlu bir karar. Bir şeyler daha katmak gerekiyor buna. Nedir o? Şu ‘Sadece 8’inci sınıftan soracağız’ lafını kaldırmak gerekiyor. Eğitimin bütünlüğüne uygun değil bu.

Henüz netleştiremedikleri eve yakın okul-bölge meselelerini biraz daha sabırla bekleyiniz. Ondan vazgeçeceklerdir. Olacak şey değil. Eğer Gümüşhane’yi bir bölge kabul ederseniz Şişli’yi beş bölgeye ayırmanız gerekecektir.

Ne demek bölge? Bunlar aslında malum okulları kurtarma stratejileriydi. Tepti. Olmadı. Vazgeçilecektir. Yaz bir kenara. O da kalkarsa altı olur. Bu iş de biter. Sorun da kalmaz. Bu da ne demektir? OKS’ye dönüş demektir.

‘Diyalektiğe inanmak zorundayız’

Tartışmaların dinmediği ‘yeni müfredat’la kapatalım..

Türk eğitim sisteminin tercih ettiği model 40’larda seçim kazanamama kaygısı vs. yüzünden değiştirildi. Her iki üç yılda bir viraj dönüldü, dönüldü. Bana göre şu an bir Ortadoğu ülkesi seviyesindedir. Yöneticiler soru soran, araştıran, okuyan, nitelikli bireyler istemezler. O bireyleri yönetmek zordur. Yönetici ne ister? Soru sormayan, alkışlayan, ‘Seni seviyoruz, kılını öpeyim…’ Bunu isterler. Sistemin adı, sağı solu, rengi ne olursa olsun her yönetici sorunsuz toplum ister. Sorunsuz toplumun yollarından biri de budur.

Fotoğraf: Aytek Erdem

Nasıl sağlanır ‘sorunsuz toplum’?

Ya futbolu gazlarsınız Güney Amerika’da olduğu gibi, ya başka modeller gazlarsınız Rusya’da olduğu gibi, ya uyuşturucu, seks, bol müzik vs. gazlarsınız Güney Amerika, Avrupa, Uzakdoğu ve Afrika’nın kuzeyi gibi.

Ya da din gazlarsınız. Din iyi bir harçtır toplumu yönetmek için. Hangi din olursa olsun itaati ister, biati ister. Yöneticilerin en sevdiği yöntem budur. Dinsiz mi olunmalıdır? O başka bir şey. Onun karşıtı bu değil. Ama siz bunu bireylerin hakları olmaktan çıkarıp ülkenin mühendisliği için kullanmaya başlarsanız ülkeye iyilik etmiş olmazsınız.

Bu toplum mühendisliğinin geri dönüşü var mı? Çok ciddi bir kırılma yaratmayacak mı?

Var var.. Diyalektiğe inanmak zorundayız.

‘Akıl galip gelen yerlerde bireyler daha mutlu’

Bilime uzaklaştırılan öğrenciler bize ne getirecek?

Bu öğrencilerde okuma isteği, bilimne yatkınlık, matematiğe sevgi de görülüyor. Bu bir başkaldırıdır aslında. Bir taraftan kaba basınç uygularsanız, diğer taraftan sıçrar. Bunu akılla çözmek zorundasınız. Bireyi üretime yönlendireceksiniz. Yaşamda iki önemli öge var: Üretmek, paylaşmak. Geri kalanı çorba.

Ne yapmak gerek?

Siz toplum olarak üretimi planlayacaksınız. Bireyleri üretimin parçası haline getireceksiniz. İnsanlar ürettiklerini pazarlayarak insanca yaşamanın gerekliliklerini yerine getirecekler. Üretmiyorsa mutsuzdur. İnsanların kaygıları buradan gelir, aç kalırlar, bunu planlamak zorundasınız. Nasıl bir toplum isterseniz isteyin, bunu planlamak zorundasınız. Din burada ana argüman değildir. Ana argüman üretmektir. Bazen işin çivisi çıkarılır, bu ana argüman her şeyin argümanıymış gibi kullanılır. O da sonunda yıkılır. Ana argüman dinmiş gibi kullanılır. Sonunda o da yıkılır. Olmuyor işte. Akıl galip gelen yerlerde bireyler daha mutlu.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Su yolunu bulur. Doğanın diyalektiği budur. Baskıcılık -adı ve biçimi ne olursa olsun- başka bir baskıcılık tarafından yok edilir. Yok edilmek istemiyorsan akılcılığı kullanacaksın. O zaman seni yok etmek isteyenle konuşabilme şansın olur. Sen bastıkça, seni yok etmek isteyen daha da öfkelenir. Diyalektik dediğim budur. Doğa böyle.

Kategori:Diken özel

SON HABERLER

DEM Parti önümüzdeki hafta MHP'yi ziyaret edecek

DEM Parti, 27 Mayıs salı 11:30’da MHP’yi ziyaret edecek. 

Fenerbahçe Beko EuroLeague finalinde

Fenerbahçe Beko, Avrupa basketbolunun zirvesi EuroLeague’de finale çıktı.

Ahmet Özer'in tutukluluğuna devam kararı

Tutuklanıp yerine kayyım atanan CHP Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutukluluğunun devamına karar verildi.

Nesli tükenen kuşların ve unutulmuş çalgıların sesi 'Miras' albümünde bir araya geldi

Kuş Kolektifi’nin, Borusan Sürdürülebilir Fayda Programı desteğiyle hazırladığı ‘Miras’ albümü, Dünya Biyoçeşitlilik Günü’nde yayınlandı.

Rusya ve Ukrayna 390 esiri takas etti

Rusya’yla Ukrayna arasında İstanbul’da varılan mutabakat çerçevesinde 390 esir takas edildi. 

Barışın sesi kısık, biraz açalım mı sevgilim?: Suriye İçin Bir Ağıt
Kalamış Yat Limanı ihaleye çıkarıldı: Özelleştirilecek alan 42 bin metrekare arttı

Ara

DİKEN’İ TAKİP EDİN

Osman Kavala 2 bin 761 gündür hapiste

YAZARLAR

Bir uyanışın tarihi: 19 Mayıs

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Elinden çıkanı kulağın duysun

Mustafa Dağıstanlı

Ali Özgentürk için: Böyle mi olmalıydı!

Ayhan Tinin

Çocuk, sınırsızlıkta değil, sınırda büyür

Psk. Dr. Feyza Bayraktar

Yazalım da ne yazalım nasıl yazalım!

Murat Sevinç

Senyör Amicis'in gazına geldim 

Behzat Şahin

Özel, İmamoğlu ve Yavaş'ın 'özenli' açıklamaları üzerine…

Murat Sevinç

GÜNÜN 11’İ

Korkut Boratav: ABD emperyalizminin yeni yüzyılda saldırganlaşması, dolar hegemonyasını zayıflattı

Zafer Arapkirli: İlhan Şeşen'in dediği gibi iktidar açısından 'Benim Aklım Başımda Değil'e çok kolay bağlayacaksınız siz de…

Zeynep Aktaş: Enflasyonun üzerinde getiri sağlayanlar yatırımcıların dikkatini çekiyor

Erdal Sağlam: Var olan güvensizlik büyüyor

Burcu Aydın: Bu, temmuzda asgari ücret, memur ve emekli maaşlarında bir artış öngörülmediği anlamına geliyor

Kansu Yıldırım: CHP'li ve DEM Parti'li yerel yönetimlerin üzerinde tam denetim sağlamak hedefleniyor

Sefer Levent: 30 çalışandan biri artık motokurye

İbrahim Kahveci: O da ne? Köprü hala müteahhitte….

Deniz Zeyrek: Akılları fikirleri cinsellik

Esfender Korkmaz: Sorunların nedenlerinden biri de IMF ile gelen dalgalı kur politikası

Çiğdem Toker: Şimşek programının bir uluslararası toplantılarda görünen yüzü var, bir de kayda girmeyen yüzü

  • 9 SORUDA
  • YAZARLAR
  • AKTÜEL
  • ANALİZ
  • DİKEN ÖZEL
  • DİKEN'E TAKILANLAR
  • DÜNYA
  • EKONOMİ
  • KEYİF
  • MEDYA
  • POPÜLER BİLİM
  • SANAT
  • BU GAZETE…
  • DİKEN 10 YAŞINDA
  • Künye
  • İletişim
  • Gizlilik ilkeleri
  • Çerez politikası

"Genç gazeteci arkadaşlarıma! Bu meslek yorucu bir meslektir. Ama, insan büyük bir zevkle çalışır. Kalemine daima efendi kal, uşak olmamaya gayret et. Mecbur kalırsan kır, sakın satma." Sedat Simavi

×