HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklu yargılandığı davada, “Devlet o zamanki görüşmelerinde ‘Gelsin DTK’de çalışsın, yeter ki silahını bıraksın’ diyordu” dedi.
Demirtaş’ın tutukluluğunun devamına hükmeden mahkeme, duruşmayı 14 Nisan’a erteledi.
Hakkında yürütülen soruşturma nedeniyle 4 Kasım 2016’da Diyarbakır’da gözaltına alınan ve daha sonra Edirne Cezaevi’ne götürülen Demirtaş, 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde ana davası için üç gündür Ankara’da.
Tutuklu yargılandığı davanın ilk duruşmasına güvenlik gerekçesiyle getirilmeyen Demirtaş, Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi’yle (SEGBİS) de duruşmaya katılmayınca mahkeme heyeti, iki gün önce başlayan duruşmaya getirilmesi yönünde karar vermişti. Böylece Demirtaş, tutuklu yargılandığı ana davada duruşma salonunda ilk kez hazır bulunmuş oldu.
Demirtaş, ‘terör örgütü kurma ve yönetme’, ‘örgüt propagandası’ ile ‘suç ve suçluyu övme’ iddialarıyla 142 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Duruşma savcısı, ‘kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların’ bulunması gerekçesiyle Demirtaş’ın tutukluluğunun devamına hükmedilmesini talep etti.
Ara kararını açıklayan mahkeme, Demirtaş’ın tutukluluğunun devamına hükmetti. Duruşmaya 11 Nisan’da devam edilecek.
Demirtaş’ın üçüncü günkü savunmasından satırbaşları şöyle:
– Partimin, şahsımın ve topluma aleni bir şekilde açıkladığımız görüşlerimizin gelişme aşamaları toplumdan bağımsız olmamıştır. Toplumun her kesimiyle yapılan tartışmalar neticesinde şekillenmiştir. Fezlekelerin büyük bir kısmı yapılan konuşmalar itibariyle demokratik özerklik üzerinedir.
– Tabii ki, DTK son derece meşru, legal, yasal bir yapıdır. Bir platformdur. STK’ler, siyasi partiler, şahsiyetler, kanaat önderleri, akademisyenlerden oluşan ve AB ile uyum yasasındaki bir değişikliğe istinaden oluşmuştur. Nedir o değişiklik? “Sivil toplum örgütleri bir araya gelerek tüzel kişiliğe haiz olmayan platformlar oluşturabilirler.” Şu anda Dernekler Kanunu’nda bu yasa duruyor.
– Dün ifade etmeye çalıştığım toplumun demokratikleşmesidir. Devletin demokratikleşmesi ise başka bir şeydir. O yasalarla olur, yönetmeliğiyle, kurum kuruluşların demokrasiye uygun işleyişiyle, hukukun üstünlüğü ile olur. Toplumdaki demokrasi ise yaşayarak, pratikte hayata geçirilerek inşa edilir. Kültüre dönüştürülür. İnsanları veya toplumu yasalarla demokratikleştiremezsiniz. Üstten bir toplumsal mühendislikle yapamazsınız. Hiçbir toplum bu şekilde demokrasiyi kültür haline dönüştürmez ve demokratik bir topluma dönüşmez. Bunun için bizatihi bunun pratikle yaşanması lazım. Bu ikili ilişkilerde de, aile içinde de böyledir, kadın erkek arasındaki ilişkide de böyledir. Medeni Kanun’da, “kadın ve erkek arasındaki ilişki demokratik olmalıdır” yazsanız da bu otomatikman böyle olmuyor. Bunun yaşayarak, deneyerek, yanılarak öğrenilmesi gerekir. Bizim demokratik toplumdan kastımız budur.
– Toplum içinde değişik örgütlenmeler var, fakat bunların kendi aralarında işbirliği, diyalog, sorun çözme konusunda mekanizmaları yeterince yok. DTK bu konuda bir rol üstlenmek üzere bir araya gelmiş bir yapılanma olarak kendini tanımladı.
– Dolayısıyla burada aslında toplumun içinde var olan köy meclisleri, aile meclisleri, geçmiş yıllarda aşiret meclisleri var. Çok daha gerilere giderseniz, toplum hep meclisler şeklinde bir araya gelerek kendi sorununu çözmeye çalışmıştır. Bizler de sivil meclisler şeklinde halk kendisini örgütleyebilir dedik. “Bizim mahallemizin şu sorunu var, belediye meclisine mahalle meclisi olarak şu sorunun şöyle çözülmesini istiyoruz” diyebileceği bir yapı acaba toplumda o demokrasiyi işletme, “biz mahallemizi kendimiz yönetiyoruz, sorunlarımızı bir arada çözmeye çalışıyoruz” duygusunu güçlendirir mi? Aynı zamanda kamu yönetimi, devlet yönetimi dediğimiz mekanizma hizmet sunarken, toplumun kendisi de hem hizmet sunma hem de denetleme mekanizmasına bu şekilde daha fazla katılabilir mi? Bir faydası bu olur dedik.
– Sorunun bu şekilde çözümü, mikro düzeyde bir araya gelişler özgür bir ortamda yapılabilirse, bu toplum artık giderek kendi sorununu özgürce tartışabilen, çözebilen, birbirini anlayabilen, birbirine saygı duyan ve demokrasiyi özümseyen, yaşayarak kültüre dönüşen bir topluma dönüşür. Toplumsal sivil örgütlenme dediğimiz budur.
– Bu devletin alternatifi değildir. Devletle birlikte toplum örgütlüdür. Devlet artı demokrasi deriz biz buna. Bizim jargonumuzda, söylemimizde budur. Devlet artı demokrasi. Devlet kendi içerisinde demokrasisini kuracak, bu bir yapıdır, bunun dışında toplum da kendi içinde sivil yapısını kuracak. Her yerde, isteyen herkes yasaların, Anayasa’nın belirlediği sınırlar çerçevesinde bu tür örgütlenmelerini, tartışma platformlarını, meclislerini oluşturacak. Kendilerini ilgilendiren, kendi sorunlarını konuşacaklar, bir mahalle meclisi olarak oturup da anayasayı değiştirelim diye tartışacak değil. Kendi mahalle sınırları içerisindeki sınırlarla ilgili, yetkili veya ehildir veya hâkimdir. Öbür mahallenin sorunu onu ilgilendirmeyebilir, ama beş mahalleyi ilgilendiren bir kanalizasyon sorunu ise, beş mahalle kent meclisinde bir araya gelip o sorunu tartışır.
– Yani devletimiz budur, bir Kürt olarak bizim devletimiz budur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde herkese eşit hizmet sunan bir devlet olacak, her Kürt de hem devlet yönetimine doğrudan seçim yöntemiyle veya işte kamu yönetimine katılmış olacak, hem de her Kürt kendi mahallesinde, meclisinde, şurada burada kendi sorunlarını çözerek aynı devletin yönetimine sivil yurttaş olarak katılacak.
– Bu Kürdün de devleti, Türkün de devleti. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizin ortak devleti, bu vatan hepimizin ortak vatanı duygusu pekişmiş olur. Bu nedenle biz ‘Ortak Vatan, Demokratik Cumhuriyet’ sloganları kullandık seçim kampanyalarımızda. Ve istikrarlı bir şekilde Demokratik Toplum Partisi ve BDP ve HDP’de de seçim beyannamelerimizde, programlarımızda bunu savunduk.
– Demokratik Toplum Kongresi böyle bir yapıdır ve halen faaliyetini sürdürüyor. Bizler onun üyesi olmakla, ”terör örgütü üyesi olmak, yöneticisi olmak”la yargılanırken, Demokratik Toplum Kongresi şu dakikada Diyarbakır’da bilinen adresinde faaliyetini yürütüyor. Çünkü yasa dışı değil. Çünkü gayri meşru bir çalışması yok. Kriminalize edip bunu bir terör örgütü gibi göstermenin de bahsettiğim çözüm anlayışlarına hiçbir faydası yok.
– Bütün dinlemeler Cemaate aitti, çarpıtmalar Cemaate aitti. Çünkü bunun çözümü geliştirdiği ve güçlendirdiği o kadar görüldü ki, hızla bu dinlemeler yapıldı, birçoğu çarpıtıldı. Bana ait olmayan konuşmalar var, ortaya koyacağız daha sonra.
– Bu kadar komplo, kumpas sadece bize yapılsaydı yine anlaşılırdı da, Türkiye’nin her tarafında herkese yapıldı. Amaç neydi? Olası bir barışçıl çözümü önlemekti. Bunlar Milli İstihbarat raporuna dönüştürüldü. Milli Güvenlik Kurulu üyelerinin masalarına kadar gitti. Emniyet İstihbarat yapıyor bunu. MİT’te hâkim değillerdi bildiğimiz kadarıyla. Emniyet İstihbarat, kısmen Jandarma İstihbarat kırsal bölgelerde yürüttüğü faaliyetlerde.
– Biz, Ankara’ya gittik bakanlarla görüştük durum bu dedik. ‘Bakın bu iyi bir şey değil. Siz yaptığımız çalışmaların iyi olduğunu söylüyorsunuz, biz de iyi olduğuna inanıyoruz. Fakat Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı bunu yapıyor’ dedik. Başsavcının arkasında durdular, doğru yapıyor dediler, yargıdır müdahale edemeyiz dediler. Kim o Başsavcı? Durdu Kavak. FETÖ itirafçısı. Daha sonra İzmir’e başsavcı oldu. FETÖ’den açığa alındı, tutuklandı, şu an FETÖ itirafçısı.
– “Kürt eşittir düşman, Kürt eşittir terörist, Kürt eşittir bölücü” anlayışının, önyargısının kırılması lazım. Bugünkü politikalar Türkiye’nin barışına, güvenliğine hizmet etmiyor. Dünyanın bütün ülkeleri gelip Kürtlere yardım etmeye çalışıyorlar, bu Kürtlerin kara kaşı kara gözü için değil. Hepsinin kendi çıkarı var. Şu silah gönderiyor, bu tır gönderiyor, hepsinin kendi çıkarı var. Yeri geldiğinde hepsi de, en başta onlar Kürtleri vururlar, vuracaklar da.
– DTK başarılı olabilse, hedeflerine gerçekten ulaşabilse, 2007-2009’da bize bu müdahaleler gerçekleşmese, bize bu operasyonlar yapılmasa, ben bugün sırf DTK toplantısına katıldım diye terör örgütü yöneticisi sıfatıyla karşınızda yargılanmıyor olsam, çok daha iyi bir siyasi atmosfer oluşmuş oluşacaktı. Cemaat bunları bozmakla yargılanıyor, biz onların mağduruyuz, biz de sanığız.”
– DTK’yi sadece biz mi önemsiyorduk, hayır. O dönem örneğin 2012 yılında yeni bir anayasa yapılması konusunda parlamentoda bir uzlaşma komisyonu kuruldu. 4 parti bir araya geldik, uzun süren bir çalışma yapıldı, uzlaşma sağlanamadı. Yeni bir anayasa yapılması konusunda dört parti uzlaşma sağlayamadı. 60 maddede ortaklaşabildik, ama yeni bir anayasa ortaya çıkaramadık.
– Fakat o süre zarfında Anayasa Uzlaşma Komisyonu Türkiye’nin bütün bölgelerinde toplantılar yaptı, herkesin görüşünü aldı. Akademisyenleri, STK’leri parlamentoya davet etti. ‘Yeni anayasa ile ilgili görüşünüz nedir?’ diye herkese davetiye gitti, gün saat, randevu verildi. Bütün partilerden milletvekillerinin oluşturduğu Anayasa Uzlaşma Komisyonu, bütün Türkiye’yi dinledi; yeni anayasamız nasıl olmalı diye. O çalışmalar çerçevesinde DTK de TBMM’ye Cemil Çiçek imzası ile resmi olarak davet edildi. Katıldılar. Yazılı sözlü görüşlerini sundular. Görüşler daha sonra TBMM resmi web sitesinde yer aldı.
– Yüzlerce Türkiye’nin STK’lerinden, kurumlarından görüş, belge, bilgi toplandı. Devlet, hükümet, yargı geniş bir tolerans alanı tanıdı. Tuzağı kuran Cemaat’ti.
– Bakın devlet o zamanki görüşmelerinde şunu demiştir; “bir PKK’li silah bırakıyorsa, gelsin DTK’de çalışsın, silah kullanmasın, DTK’de görüşlerini söylesin, yeter ki silahını bıraksın.” Bu kadar açık söylemiştir. Senin devletin sana bunu söyleyecek, bırak STK’yı, bırak milletvekilini, belediye başkanını; adam dağdan gelsin DTK’de veya siyasi partide çalışsın, problem değil diyor. Devletin sana tuzak kuramaz. Önce gel, sonra da sen niye bunu yaptın dememeli. Demedi de işin doğrusu, Allah var demedi. Kim dedi? Cemaat dedi.
– Yoksa biz, Türkiye Devleti üyeleri ve hükümeti ile o dönemki siyasetçiler olarak son derece güvene dayalı bir ilişki geliştiriyorduk. Karşılıklı çok önyargılar vardı, 100 yılın birikimi vardı, halen de var. Başaramadık. Bak bu günlere geldik, binlerce insanımızı kaybettik. Binlerce. Kürt, Türk binlerce annenin yüreği yandı, yanmaya devam ediyor.
– Bunda Selahattin Demirtaş’ın payı varsa, Cemaat’in hiç mi payı yok? Hükümetin hatalı politikalarının hiç mi payı yok? Tamam, hatalı siyasetimiz var da, fakat suçumuz yok. Yani Ceza Kanunu’na karşı bir suçumuz yok. Eksik siyasetimiz olabilir. Eleştirilecek siyasetimiz olabilir. Başarısız siyasetimiz olabilir. Başarsaydık bu konumda olmazdı Türkiye. Bütün siyasetçiler olarak.
– Kaldı ki, KCK yapısı olarak tanımlanıyor ki; HDP’nin bile değil, bırakın KCK’yi, HDP’ye bağlı değil. HDP’nin bir yapılanması değil. Biz de onun, gönüllü katkı sunan bir üyesiyiz. Gidip görüşlerimizi belirtiyoruz. Oradaki görüşleri de dinliyoruz. Ve bu önemli bir demokrasi deneyimi sağlıyor bize. Bunun Türkiye’deki topluma faydalı olduğunun anlaşılması açısından ben ifade ediyorum ki; bunların hepsi birbiriyle bağlantılı mekanizmalardır.
– Şimdi çözüm süreci başarısız oldu, sen misin bu fotoğrafı çeken? Koy iddianameye. İki tane fezleke var sadece fotoğraftan. Bir tane de sizde, 3 tane fezleke. Bir tane de dosya var. Durmuyor savcılar. Dolayısıyla iddianame hazırlanırken bu yasa var mı, yok mu, hangisi bu yasa kapsamında, hangi konuşma, hangi faaliyet bakılmamış. Biz bu yasayı çıkarırken, bu günleri düşünerek çıkardık. Bir gün çözüm süreci biter. O zaman Cemaat’ten korkuluyordu işin doğrusu. Korku oydu; Cemaat yargısı. Hakan Fidan’ı almaları üzerine.
– Şimdi başkanlık modeli Türkiye’yi kurtarır falan diyorlar ya, benim elimde, partimin elinde iktidar partisinin imkanlarının milyonda biri olsun, yüzde 75 oy alırız biz. Biz bu imkansızlıklar içinde bu halk desteğini sağlayabiliyoruz. Her gün yargıyla, baskıyla muhatap oluyoruz. Buna rağmen halk bu fikirleri benimsiyor. Önemli görüyor, hiç değilse tartışılmasını önemli görüyor. Oy vermeyenler de anlamaya çalışıyor. Bu da bizim için çok önemli. Bize oy vermeyenler yurttaşımız, kardeşimiz değil mi? Onlar da bizi dinliyor. Çok çok önemli. Hiç oy vermeyebilir. Hayatı boyunca oy vermeyebilir. Ama bizi anlamaya çalışması, tam da bizim yapmak istediğimiz, toplumsal uzlaşma birbirini anlama faaliyetidir.
– Bu konuda eğer bir başarımız varsa, bu yüzde 50 oy almaktan daha kıymetlidir. Yüzde 50 oy alırsınız, işte alıyorlar, Türkiye’yi ikiye bölüyorlar. Böyle bir yüzde 50 oy alacağımıza, bu şekilde yüzde 10 alalım daha iyi. Kardeşliğe, barışa, kaynaşmaya hizmet edelim, siyasi düşüncemiz bunun alt yapısını oluştursun, oyumuz da böyle kalsın. Çok önemli değil deriz, bakış açımız budur.
– Ama kutuplaşmayla, kamplaştırmayla toplumu dost-düşman, milli yerli-gayrı milli olarak bölüp başkan olsan ne olur. Dün de söyledim: Başkan olmak oya bağlı bir şey değil, rızaya bağlıdır. Yüzde 50 oy alırsınız, ama geri kalan yüzde 50’nin rızası yoktur. Hiç başkan olamazsınız. İsminiz başka bir şey olur. İkna lazım. Toplumun geri kalanının iknası üzerine başkanlık sistemleri inşa edilir.