Cumhuriyet gazetesi davasında kararın açıklanmasının beklendiği sekizinci duruşmada gazetecilerin ve avukatların esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmaları alındı.

Çizim: Tarık Tolunay (Arşiv)
Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları hakkında açılan davada 18 yönetici ve yazar için ‘terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına ve anayasal düzene karşı suç işlemek’ten hapis cezası isteniyor.
Duruşmanın cuma gününe dek sürmesi ve celse sonunda kararın çıkması bekleniyor.
Cumhuriyet gazetesine destek olmak için çok sayıda milletvekili, gazeteci ve hak savunucusu duruşmanın görüldüğü Silivri Cezaevi yerleşkesine gitti.
‘Operasyon Küçük’ün ifadeleri üzerine kuruldu’
Davanın tek tutuklu sanığı Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cem Küçük’ün daha önce “Cumhuriyet gazetesi FETÖ’nün elinde oyuncak olmuş, FETÖ’nün ele geçirdiği Cumhuriyet, mahkeme kararıyla asıl sahiplerine iade edilecek” diye yazdığını söyledi.
Eski Cumhuriyet yöneticisi Alev Coşkun’un açtığı davada ve ‘FETÖ’ soruşturmasında ilk ifadesine başvurulan tanığın Küçük olduğunu ifade eden Atalay, bunun dışında arama ve gözaltı kararı gerçekleştirene kadar başka bir tanık ifadesi olmadığını ifade etti.
Atalay, “Koskoca Cumhuriyet gazetesi operasyonu bu şahsın ifadesi sonrası yapılmış ve operasyon bu kişinin ifadeleri uzerine kurulmuştur” dedi.
Cumhuriyet yöneticisi, yargılandıkları davayla Ergenekon davası arasında bağlantı kurdu: “Bu davanın savcıları da Ergenekon savcıları gibi davranıyor ve düşünüyor. İnsanların ömründen çalıyor, büyük mağduriyetlere neden oluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi okuyorum, eviriyorum, çeviriyorum ama anlayamıyorum. Hedef belli; Cumhuriyeti’ teslim almak, uysal ellere teslim etmek ve diğer gazete ve gazetecilere gözdağı vermek.”
Cumhuriyet’in çalışanlarının daha önce öldürüldüğünü, tutuklandığını ve tehdit edildiğini belirten Atalay, “Şimdi bir kez daha test ediliyoruz. Gerekirse yanmayı göze alırız. Bu gazete ve mensupları baskıya ve tehdide rağmen işini gereği gibi yapar. Korkutulamazlar bu tür davalarla” diye konuştu.
‘Şiddete karşıyım’
Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel, hakkındaki suçlamaları sıralayarak bunların hukuki değil siyasi olduğunu ifade etti.
Tutuklanma gerekçesinin ayaklanma istediği iddiası olduğunu, bunun iddianamede bile itibar görmediğini ancak savcının mütalaasına aldığını dile getiren Gürsel, “Yeni bir delil mi ortaya çıkmıştır? Yeni bir tanık mı çıkmıştır?” diye sordu.
Savcının kendisini ‘Erdoğan babamız olmak istiyor’ yazısı nedeniyle suçlama baskısı altında olduğunu belirten yazar şiddete karşı olduğunu, Erdoğan’ın ‘baba figürü’ olarak ortaya çıkarılmasına karşı olmasının şiddet çağrısı olarak değerlendirilemeyeceğini kaydetti.
Gürsel şöyle devam etti: “İddia makamı HTS kayıtlarına bakarsa görecektir ki; Samanyolu şirketinden kimseyi aramadım ya da onlar tarafından aranmadım. Sadece Abdulhamit Bilici tarafından bir kez arandığım halde mütalaada çok kez FETÖ sanıkları ile irtibat kurduğum haksız olarak iddia edilmiştir. Abdülhamit Bilici ile ben Milliyet Dış Haberler Servisi’nin başındayken, o da Cihan Haber Ajansı’nın müdürüyken tanışmıştım. Feza Gazetecilik’ten bana yapılan aramalar benden görüş almak amacıyla yapılmıştır ama ben kendilerine hiç görüş vermedim. İddia makamı 32 yıllık meslek yaşamımı gözardı ediyor. Gazetecileri arayanların ve onlara mesaj gönderenlerin niteliğine bakarak gazetecileri yargılayamazsınız.”
“FETÖ soruşturmasına tabi olanlar ve ByLock kullanıcılarının SMS atarak bir kişiyi yardım ve yataklık yapar hale getirmeleri imkansızdır” diyen Gürsel, mütalaada Cumhuriyet’in haber, köşe yazısı ve manşetlerinin kriminalize edilmek istendiğini dile getirdi.
Yazar, yayın danışmanlığı sırasında katıldığı toplantıların suç delili olarak sunulduğunu belirterek “Aydın Engin’in yazı işleri toplantısına katılmasının suç unsuru olarak lanse edilmesi ve bana savcının sorduğu bir soruya verdigim yanıtın delil olarak gösterilmesi kabul edilemez” dedi.
‘İftiralar teker teker çürütüldü’
Cumhuriyet’in genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu da, “Ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer teferruattır bizim için” dedi.
Sabuncu savunmasını şöyle sürdürdü: “Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet, her zaman konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete oldu. Güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde iftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, İlhan Selçuk’un, Hrant Dink’in, Musa Anter’in Metin Göktepe’nin yolundan ayrılmayacağız. Onların uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim.”
‘Devletten hukuk çıkarsa elde kalana çete denir’
Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık, iki ayrı hapishane deneyimi olduğunu belirterek bunlardan birinde ‘cemaat komplosu’yla, diğerinde mesleki faaliyetleri suçlama konusu edilerek tutuklandığını söyledi.
“Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte” diyen Şık, 12 Mart 2012’de cezaevinden çıkarken komploda görev alan polis, hakim ve savcıların tutuklanacağını söylediğini anımsattı.
Şık, sözlerini şöyle sürdürdü: “O komploculardan firar edemeyenlerin dışında kalanların tümü şimdi hapishanede. Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Dolayısıyla Gülen Cemaati’nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. Altı yıl arayla ilkinin birebir aynısı olan bu komployla ilgili diyeceklerimi daha önce söyledim. 27 Temmuz 2017’deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek mahkemede konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017’deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum. Her zamanki gibi sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir.”
Yarın devam
Sekizinci duruşma sona erdi. Duruşmada tüm gün sanıkların ve avukatların esas hakkındaki mütalaaya karşı savunması alındı.
İstanbul 27’nci Ağır Ceza Mahkemesi, savunmaların alınmasına ara vererek duruşmayı yarın saat 10.00’a erteledi.