EMRE ZOR
@zor_emre01
“Hoşgeldin” dedi kapıdaki görevli.
“Merhaba” dedim.
“Biletiniz var mı?”
“Var.”
“Dijital mi?”
“Dijital.”

‘About Dry Grasses (Kuru Otlar Üstüne) – Gene Siskel Film Merkezi’ yazısının altındaki QR kodu gösterdim. Kalbim çarp ha çarp etti, içeri girdim. Bir salonun kapısında kuyruk uzuyordu. Gelmeden filmin sinopsisini yalayıp yutmuş fularlı bir Chicagolu, “Sameth…” diyordu. ‘… tayin edildiği köyden kurtulmaya çalışıyor.“
Kapısında ‘2’ yazan salona giriyoruz. Bir adam çıkıyor beyazperdenin önüne, elinde mikrofon: “Chicago Film Festivali’ne hoşgeldiniz!” Uzatıyor da uzatıyor.
“Filme geçebilir miyiz artık!”
Yanımdaki kadının kağıt-kalem çıkarmasıyla nihayet film başlıyor. Onlarca Chicagolu’yla Erzurum’a bağlı ücra bir köye yollanıyoruz.
Yeni atanmış ilkokul öğretmeni Samet, Nuray isminde bir kadınla çay içiyor. Arkalarındaki pencerede göz alabildiğine kar örtüsü uzanıyor. Samet’in canı sıkkın, “Buraya geldiğim ilk andan beri aklımda sadece gitmek var” diyor. Kadehinden üzüm suyu yudumlayan fularlı basıyor kahkahayı. Üstelik salona da bulaştırıyor.
“Boğazında kala” diyorum içimden. “Neresi komik bunun!”
Kayıntı olsun diye badem yuvarlayan karısı yanında ifadesizce oturuyor.
“Fularlı sarhoş herhalde” diye düşünüyorum.
Salonun yaş ortalaması 55, bilemedin 60. Neredeyse hepsi Amerikalı. Ve hiçbiri kahkahaların salondaki tek gence ağır geldiğini fark etmiyor. Çünkü hiçbiri, aralarındaki gencin AKP’den başka iktidar görmediğini, değişime, topluma inancını her gün bir kez daha yitirdiğini ve ‘umut etmenin yorgunluğu’yla kavrulduğunu bilmiyor.
“Bu karanlıkta nasıl yazıyor?” diye düşünüyorum yanımdaki kadına bakarak. “Filmden çıkınca tek göreceği satırlarını şaşırmış kelimeler olacak. Bir de eleştiri yazısı hazırlıyorsa durum vahim. Neyse… Kendi bileceği iş.”
Canım Chicagolular komedi filmi izlermiş gibi, içimin burulduğu sahnelerde gülmeyi sürdürüyor. Hatta bizim fularlının karısı da kahkaha orkestrasına eşlik etmeye başlamış. İyice yalnızlaşıyorum. “Sen de mi Brütüs!” diyorum altyazıları kontrol ederken.
İmdadıma Fransız sosyolog Jean Baudrillard yetişiyor. Ne diyordu tüketim toplumu için, ‘fun morality’: “Eğlence ahlakında kişi, keyif alma, zevk ve tatmin heyecanı için potansiyelleri sonuna kadar kullanma zorunluluğu hisseder.”
Samet, gürültülü bir sınıfa giriyor şimdi de. Öğretmenlerin deyişiyle ‘hayvanat bahçesi’ gibi bir sınıfa. Önce tahtaya birkaç tokat aşk ediyor Samet. İşe yaramayınca “Şşşt” diye bağırıyor. Sınıf susuyor, salon keyifleniyor. Bu sefer ben de istemsizce katılıyorum orkestraya. Çocukken yüzlerce kez işittiğim o bağırışın salonu şaşırtmasına gülüyorum. Salonun Türkiye’deki sıradanlıkları komik bulmasına gülüyorum. Üstüne orada bu sebeplerle gülen tek insan olduğum için gülüyorum.
Ancak yavaş yavaş dikenli konulara geçiyor film: Anadilde eğitim hakkı, yapış yapış bir bürokrasi, idealist düşler ee gerçekler, ‘izm’ler, ‘lik’ler ve adanmışlıklar…
Chicagoluların bu meselelerle ne kadar ilgilendiği meçhul. Ne de olsa gelip geçen kareler ki pek geçtikleri söylenemez, kırpışan gözlere epey farklı tonlarda yansıyor. Evet, bu gerçeği sindirebilmek zor.
Samet’in en sevdiği kız öğrencisiyle kurduğu yakın ilişki Chicagoluları çileden çıkarıyor. Beyazperdenin aydınlattığı kafalara bakıyorum göz ucuyla. Gergin yüz hatlarından homurtular yükseliyor. Samimi temaslardan bile hoşlanmadıklarını biliyorum Amerikalıların. Yalan yok, biraz rahatlıyorum. Hep ben mi çileden çıkacağım?
Yaklaşık üç buçuk saat sonra ışıkları tekrar yanan salonda derin bir sessizlik var. Yanımdaki kadın hala bir şeyler karalıyor defterine.
“Eleştiri yazısı için mi?” diye soruyorum en sonunda.
“Evet” diyor kalemi elinden bırakırken. “Yarına yetiştirmem lazım.”
“Kolay gelsin” diyeceğim ama İngilizce karşılığını bulamıyorum. Tam kapıdan çıkarken yüz çizgileri belirginleşmiş bir Chicagolu’yu yakalıyorum
“Filmi beğendiniz mi?” diye soruyorum.
“Evet” diyor ve uzaklaşıyor.
“Acelesi olmalı” diye düşünüyorum. Çünkü bir Amerikalı hiçbir soruyu tek kelimeyle yanıtlamaz.
Yağmur başlamış, gece düşmüş. Yanıp sönen ışıklarıyla sokağı aydınlatan 102 yıllık Chicago tiyatrosuna bakıyorum. Kafamdaki makinist film bobinini tekrar projektöre takıyor, bense umut etmenin biraz olsun hafiflemiş yorgunluğuyla dolunayı takip ediyorum.