Geçen hafta 2024’te küresel ilişkileri şekillendirecek seçimlerden ilkinin Tayvan’da gerçekleşeceğini söylemiştik. Çin, Tayvan’ın seçimleri yaklaştıkça Çin’de bağımsızlığı savunan partilerin seçmenlerine tehditkar mesajlar göndermiş, bu tehditlerin etkisiyle Tayvan, füze saldırılarından casus balonlarına kadar bir seri şüphe içinde yaşamıştı. Seçim sonuçları, tehditlerin de korkuların da etkili olmadığını gösterdi: Tayvanlı kimliğini öne çıkaran DPP, Çin’le millettaşlık ilişkisi kurmak isteyen KMT’ye karşı üçüncü kez kazandı.
Peki bu sonuç, Tayvan’ın bu önümüzdeki dört yıl içinde fiili bağımsızlıktan yasal bağımsızlığa geçiş yapacağı anlamına mı geliyor? Ve dolayısıyla, böyle bir gelişmeyi engellemek isteyecek Çin’in adaya saldırısıyla ABD’yle doğrudan askeri olarak karşı karşıya geleceği anlamına mı geliyor?
İkisi de şart değil, çünkü artık ne DPP tam bağımsızlıkçı, ne KMT tam Çin ana karasıyla birleşmeci. Her iki taraf da mevcut fiili bağımsızlık durumu korumak ama bundan ne kastedildiğini yeniden tanımlamak istiyor. DPP, mevcut durumu Tayvan kimliğini ön plana çıkararak adanın Çinli değil Tayvanlı bir siyasi entite olmasını istiyor. KMT ise Çinli bir ada olmasını. Bu elbette sadece kimlikler üzerinden bir çekişme değil. Adanın iktisadi özerkliği, Çin-ABD ticaret savaşlarında, birbirinden ayrılıp ikinci bir ‘soğuk savaş’a mı yol açacak diye gözlemlediğimiz küresel üretim zincirlerinde hangi tarafta yer alacağı da bu Çin-Tayvan ikiliğinde önemli bir rol oynuyor. Seçimlerden çıkan sonuçsa adanın gençlerinin bu ikilik arasında sıkışmaktan rahatsız olup toplumcu politikalara önem veren üçüncü alternatiflere kayma eğilimi gösterdiği.