Türkiye’nin Suriye tezlerinin geçerli olabilmesi ve uygulanma şansı bulabilmesi için, “yaygın uluslararası destek” lâzım. Rusya ve İran’ın tutumu zaten engel. Rusya ve İran’a rağmen, Türkiye’nin Suriye politikasının işleyebilmesi, başta ABD ve AB nezdinde başta Almanya desteği almak zorunda. O da yok.
Böyle bir durumda, söz konusu politikayı yürütebilmek için “tek çare”, TSK’ni koca bir bölgeyi kontrol altına almak hedefiyle Suriye’ye sokmak. Böyle bir ihtimal var mı? O da yok.
Türkiye’nin “Suriye yaklaşımı”ndaki handikapların başında, “sahadaki gerçeklere uymamak” gibi büyük hatanın yanısıra, uluslararası sistem ile uyuşamaz nitelikteki “niyet farkı” geliyor.
Suriye ve Ortadoğu’nun kaderinde etkili olabilecek ülkelerin ve dünyadaki güçlerin çok önemli bir bölümü, “IŞİD ve benzerleri”ni, “önüne öncelikle geçilmesi gereken bir numaralı tehdit unsuru” olarak değerlendiriyorlar ve ona karşı “sahada mücadele eden Kürt unsurlar”a olumlu gözle bakıyorlar.
Türkiye’nin “tehdit önceliği” öyle değil. Dahası, o “Kürt unsurlar”ı kendisine göre “bir numaralı tehdit” olarak yorumluyor.
Tayyip Erdoğan, Türkiye’de HDP’yi PKK ile irtibatlayarak “şeytanlaştırmak”la uğraşırken, Ahmet Davutoğlu, PYD’yi “Suriye sahası”nda “şeytanlaştırmak” için New York’ta dil döküyordu. Aklı başındaki kimseyi ikna edebilme şansı olmadan.
Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu damgalı “Suriye politikası”nın, Türkiye’yi “Ortadoğu Afganistan’ın yanıbaşındaki Pakistan” haline getirmekten başka yol açacağı bir sonuç yok. Hiçbir olumlu sonuç yok.